Mısır tekrar karıştı.

Mısır tekrar karıştı. Kahire’de “Şubat Devrimi” sonrasındaki en kitlesel gösteriler yapıldı. Ordu bu hareketi kanla bastırdı. Göstericilerin hedefinde artık iktidardaki askeri yönetim var.

Mısır’la aynı anda Yemen ve Suriye’de de hükümet karşıtı mitingler düzenlenmeye başladı ve oralarda da devlet güçleri sert yöntemlerle eylemleri bastırmaya çalışıyor.

Tunus, Mısır, Libya ve öteki ülkelere genişleyen hareket, şimdi yeni bir güçle yayılma eğilimi gösteriyor.

Birçok siyasi yorumcu, hem Mısır’da, hem Batı’nın askeri yöntemlerinin etkisinin sınırlı olacağı kanısının giderek yaygınlaştığı Libya’da, hem de son aylarda hareketlenen öteki ülkelerde yeni bir siyasi-toplumsal dalganın ortaya çıkabileceğinden söz ediyor. Ayrıca bu kez, söz konusu ülkelerin dışında, İran, Pakistan ve bazı eski Sovyet ülkelerinin de karışabileceği tahminlerine eskisinden daha sık rastlanıyor.

*      *      *

Rusya’da bazı siyasi analistler, Arap ülkelerindeki durumla, 1917 devrimi sonrasındaki Rusya arasında paralellik kuruyorlar. Örneğin, Rusya Yakındoğu Enstitüsü Başkanı Yevgeniy Satanovski, 1917’de Çar’ı coşkuyla deviren kitlelerin, kısa süre sonra bir diktatörlüğün yerine bir başkasının kurulduğunu hissettiklerini söyleyerek, günümüzde Bolşeviklerin yerini radikal İslamcıların alacağını savunuyor. Özellikle Mısır’da iktidarın en büyük adayının Müslüman Kardeşler örgütü olduğunun altını çiziyor.

Batılı bazı uzmanlar da Müslüman Kardeşler’in seçimlerle başa gelme ihtimalinin yanı sıra, (ordunun ve Batı’nın muhtemel tepkisini de hesaba katarak) gizliden gizliye silahlı kuvvetlerle ilişkileri geliştirerek “gizli iktidar” peşinde olduğunu iddia ediyorlar. Mısır ordusundaki ayrışmaya ve son mitinglerde pek çok subayın da göstericiler arasında yer almasına dikkat çekiliyor.

Bütün mesele Mısır’la bitmiyor elbette. Öteki ülkeler de açık ya da gizli, hızlı veya yavaş bir değişim süreci karşısında. Buna, Suudi Arabistan’la Katar’ın görece sessiz bir müdahale gerçekleştirdikleri Bayreyn de dahil, zengin ve istikrarlı bir manzara çizen, ama 87 yaşındaki bir monarşi lideriyle yola devam etmeye çalışan Suudi Arabistan’ın kendisi de.

Bazı ülkeler ise daha kısa süreli değişikliklere gebe gibi. En başta gelenlerden biri, “babadan kalma siyasi miras”ın altında ezilen ve verdiği tavizlerle bile durumu idare etmekte zorlanan Esad yönetimindeki Suriye gibi görünüyor.

Değişimin “eninde sonunda” gerçekleşeceği söylenen, kimi öngörülere bakılırsa kısa sürede karışacak olan İran’da, siyasi hareketliliğin Tunus ve Mısır’dan farklı olarak çok zor ve kanlı bir süreci doğurma ihtimali yüksek. Bu arada görünüşte dost olan, ama çeşitli etnik ve siyasi anlaşmazlıkları bulunan İran ile Azerbaycan arasında gerginliğin artması ihtimaline dikkat çekenler de az değil. Tahran’ın Erivan’la sıkı ilişkileri, iki ülkenin arasını açan konular arasında ön sıralarda. Bu durum, 2-3 yıl içinde yeni bir Dağlık Karabağ savaşı bekleyen yorumcuların yaklaşımlarıyla birleştiğinde daha da önem kazanıyor.

*      *      *

Orta Doğu başkentlerinin bir kısmında yalnızca Moskova ile iyi ilişkiler değil, onun yarattığı tarihsel modeller de önemli rol oynuyordu. Bazılarının “Irak’ın Stalini” diyerek eleştirdiği Saddam’ın “sosyalizmin Arap modeli”ni kurma yolundaki açıklamaları ve Suriye’deki Baas Partisi’nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ni örnek alarak organize edilmesi, tartışmalı da olsa buna örnek gösterilebilir.

Ancak daha önemlisi, Sovyetler’den geriye kalan bir dizi ülkede demokratik süreçlerin oldukça sancılı bir şekilde ilerlemesidir. Kırgızistan’da Akayev ve Bakiyev iktidarlarının devrilmesi, “Arap devrimleri”nden daha önce gündeme geldi ve bu süreç henüz tamamlanmışa benzemiyor.

Yalnızca Kırgızistan’da değil, Tacikistan’da da halkın dörtte üçünden fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve büyük ölçüde Sovyet döneminin altyapısıyla idare etmeye çalışıyor. Bu ülkelerin en büyük sorunlarından biri olan işsizlik, şimdilik Rusya’ya göçmen işçi akınıyla halledilmeye çalışılıyor. Ama bunun ne kadar sürebileceği belli değil. (Kriz öncesi verileri, Kırgızistan ve Tacikistan’da ulusal gelirin yarısından fazlasının Rusya’da çalışan işçilerin gönderdiği paralardan oluştuğunu ortaya koyuyordu. Özbekistan da gelirlerinin beşte birini aynı yöntemle elde ediyordu.)

Hem bu ülkelerde, hem de Azerbaycan’dan Belarus’a kadar bir dizi başka eski Sovyet cumhuriyetinde, bugün Arap ülkelerinde gündemdeki sorunlar (yıllanmış monarşiler, demokratik özgürlüklerin kısıtlanması, devasa yolsuzluklar vb.) mevcut. Bu durum, “ikinci dalga”nın sadece Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yla sınırlı olmayabileceği ve post-Sovyet coğrafyaya yayılabileceği öngörülerini destekliyor.


***
 
Akraba bakışlar

İnsan demek biraz da göz demektir. Daha doğrusu bakış. Ne kadar insan varsa o kadar da bakış var, diye düşünüyorum bazen.

Bazen de birinin bakışı, ansızın hiç ilgisiz bir başkasını hatırlatıyor bana:

- Aa, gözlere bak; tıpkı ilkokuldaki hademe Hüseyin Efendi’nin gözlerine benziyor!

Hüseyin Efendi hayatında Rusya’ya gitmedi. Bakışları Hüseyin Efendi’ye benzeyen bu Rus’un bir kez bile oturup Türkiye’yi düşündüğü olmamıştır herhalde. Ama ne hikmetse, ikisi de aynı bakışı seçmişler. Aynı tecrübe, aynı hoşgörü ve aynı yorgun keder gözlerde...

Ya şu yaşlı postacı kadın? Kimbilir adı Olga mıdır, İrina mı? Nebahat olmadığı kesin ama! Oysa bizim memleketten komşu Nebahat Hanım’a öyle benziyor ki gözlerinin ifadesi. Tıpkı onun gibi, yaşına aldırmadan, kadınsı ve kendine güvenli bakıyor. Birbirlerini tanımayan bu iki kadın da bakışlarıyla akraba olmuş.

Rus televizyonundaki bir spor spikerini görmenizi isterdim. Ne anlatırsa anlatsın gözlerinde o umursamaz, bıkkın ifade! İlk gençlik yıllarımda gittiğim mahalle kahvesinin çırağı Murtaza’da görmüştüm bu bakışı.

Ve daha ne kadar sık karşılaştığım tanıdık gözler ve bakışlar...

*        *        *

Sert, ödünsüz, hükmeden gözler... Bizim okul müdürüne, mahalle takımının kaptanına ve bana durduk yerde sorun çıkaran gümrük polisine ait.

Yapmacık bir gülücükle kaplanmış, sıkı sık kırpılan çipil gözler... Lisede herkesten borç isteyen haylaz öğrenciyi, işlerimi kolaylaştırmak için rüşvet isteyen vize memurunu, bir gençlik derneğinde yüzüne dost arkadan dedikoducu bir sahte arkadaşı hatırlatıyor.

Göz kapaklarını hafifçe indirmiş, süzerek bakan ve baktıkça yakan gözler... Bana hiç ilgi göstermemiş olan ilk aşkıma, mahallenin gençlerini deli divane eden komşu kızına ve otellerde fiyatlarını dolarla ifade eden güzel fahişelere özgü bu bakış.

Göz deliklerinin çukuruna kaçmak isteyen, karşısındakinden merhamet dileyen, sürekli nemli gözler...  Derslerinde gürültü yaptığımızda sesi ve elleri titreyen öğretmenimiz, kendisini terk eden arkadaşımı bana şikayet eden karasevdalı kız ve erkeklere gösterdiği aşırı ilgiyi “namuslu kadın” imajıyla bağdaştırma paniğini yaşayan mini etekli banka memuresini çağrıştırıyor.

*        *        *

Bakışlar saymakla biter mi hiç?

Üstelik bir insan belki de tek bir bakışıyla aklınızda kalır, ama daha ne bakışlar vardır onda; sırası gelince nasıl değişiverir gözleri; akla hayale gelmedik ifadelerle kaplanır. Bir anda yeni ve bambaşka bir kişiye dönüşebilir insan.

Bence insanların en yetenekli ve yaratıcı organları gözleridir. O küçücük iki yuvarlağa öyle büyük dünyalar sığar ki...

Ve yıllar geçtikçe değişir, yaşlanır gözler. Olumlu özelliklerin yanısıra bir sürü zayıflık, güvensizlik, korku ve kompleks yerleşir gözlere.

İnsanlar, çocukluk dönemlerindeki, o tüm gereksiz ifade yüklerinden arınmış, tertemiz ve berrak bakışın, büyükler için uygun olmadığını düşünürler ne yazık ki...