Ekoloji mücadelesi bakımından İkizdere’nin ismini ilk defa duymuyoruz, 2000’li yıllara uzanıyor. Daha bundan bir sene kadar önce de sel nedeniyle aldığı hasarla duymuştuk. Bugün de yeni felaketlere hazırlanıyor olması nedeniyle yeniden gündeme oturdu. Gelecek felaketlerden zarar görecek olan köylüler eyleme geçtiler. Günlerce çay tarlalarına, arılarına, çiçeklerine, ormanlarına, perişan edilmek istenen emeklerine ve doğaya sahip çıkmak için direndiler.

***

Hükümet ise alın terine, hayvanlarına, doğasına verdiği değeri göstermekten geri kalmadı. Hatta denebilir ki, ne kadar değersiz olduğunu göstermek için elinden geleni ardına koymadı. Köylünün karşısına jandarma koydu. Köylülere silah çekildi, gözaltına alındılar ve yerlerde sürüklendiler. Köylülerin avukatı pandemi nedeniyle şart koşulan seyahat izin belgesi alamadı ve hak arama sürecinde müvekkillerine ulaşamadı. Hükümet, sermaye isterse her türlü çark döner dercesine varını yoğunu seferber edip köylüleri engelleyerek çalışmanın başlamasını sağladıysa da mücadele bitmiş değil.

***

Neler biliyoruz İkizdere ile ilgili: Rize’de yapılması planlanan Lojistik Merkez ve Liman Projesi için gerekli dolgu malzemesi olarak köylünün toprağının yine Cengiz İnşaat’a verildiğini biliyoruz. Bölgedeki taş ocağı çalışmalarının yarattığı jeolojik çatlakların, ormanların yıpratılmasının, su kaynaklarını, yaban hayvanlarının yaşam alanlarını, köylülerin geçim kaynaklarını tehdit ettiğini biliyoruz. Jandarma korumasıyla, dozerlerle yol açılan İşkencidere Vadisi’nin dünya genelinde koruma altındaki 200 vadiden birisi olduğunu biliyoruz. Hükümetin o çok övündüğü inşaat odaklı büyüme stratejisi nedeniyle, koca bir şantiyeye dönüştürülmeye çalışıldığını biliyoruz.

***

Bu bildiklerimiz köylülerin çığlığına, kendi çabalarıyla bize ulaştırdıkları mesajlarda hayvanların, doğanın, emeğin isyanı olarak yansıdı: “Dur diyorum sana”, “Bizi yok etme”, “Suyuma, arıma, balığıma dokunma”, “Çaylıklar kuruyacak”...

***

Dünyanın birçok yeri gibi ülkemizde de en yaygın mücadele alanlarından biri ekoloji. Son dönemde artan biçimde kriminalize edilmeye çalışılması da bundan kaynaklanıyor. İkizdere’deki köylülerin iş makinelerini durdurmak için direnmelerine “PKK provokasyonu” demeleri de, eylemin arkasında “dış güçler ve ABD başkanı Biden’ın” olduğunu iddia etmeleri de bundan kaynaklanıyor. İhaleler, ÇED toplantıları, lebaleb toplantılar son hız devam ederken, tıpkı Kazdağları’nda direnenlere yaptıkları gibi pandemiyi ve yasakları bahane ederek ceza kesmeleri de bundan kaynaklanıyor. Fakat eğer bunların köylüleri “itibarsızlaştıracağı” veya direnişi sonlandıracağı düşünülüyorsa bilinmeli ki bu nafile bir çaba. Nitekim artık ülkenin neredeyse her bir köyünün tanık olduğu peşkeş projeleri bitmeden bu karşı çıkışlar da bitmeyecek. Öte yandan tüm bu manipülasyon içerisinde, seyahat yasakları, sokağa çıkma yasaklarına denk getirilen bu saldırıya karşı İkizdere köylülerinin, Rizelilerin bizden tek beklentileri var, itirazlarına ses olmamız.

***

2 Mayıs 1997’de hayatını kaybeden Brezilyalı marksist düşünür ve eğitim bilimci Paulo Freire’nin ölüm yıldönümünde bir alıntıya rastladım: “İnsanları kendi karar alma süreçlerinden uzaklaştırmak, onları nesnelere dönüştürmektir” demiş Freire. “Direniyruk” diyen kadınların “Sen bizi mal gibi mi götürüyorsun?!” isyanında da ifade bulan İkizdere’ye ses olmanın önemi de buradan geliyor kanımca. Hukuk yoksa hak arayamıyorsak, fiilen orada bulunamıyorsak da nesneleştirilmeye, iradesizleştirilmeye karşı yapabileceklerimiz var. Sesimiz var. Ses olmamız, köylünün sesini yankılatmamız ve yaymamız gerekiyor. Hatta kendi sesimizi katmamız, desteklerimizi seslendirmemiz. Ne kıyılarımızın daha fazla doldurulmasına ne dağlarımızın daha fazla oyulmasına ne de irademizin gasp edilmesine ihtiyacımız var demeliyiz. Ta ki ellerini eteklerini emeğimizden, doğamızdan çekene kadar.