Bu satırlar yazılırken yerli ve yabancı bir grup gazeteci Ayasofya önünde toplanmış Danıştay’dan çıkacak kararı beklemekte, bazı vatandaşlar da kutlama umuduyla oraya yönelmekteydi. Siz okurken karar çıkmış mıdır, bilmiyorum.

Ayasofya’nın cami yapılması, İslamcı-Türkçü kesimlerin duygu dünyasında, İstanbul’un sembol bir mekân üzerinden tekrar fethi olarak yankılanacak ve umulan o ki, yerel seçimi kaybeden AKP’nin olası bir seçimdeki büyük kozu olacak!

Olağan koşullarda, bu memleketin mevcut verilerinin bir iktidara erken seçim kararı aldırması kaçınılmazdır. “Beni seçin Türkiye uçacak” diyen Başkan seçildiğinden beri, memleket bir uçurumdan uçuyor.

Son iki yılda dolar ikiye katladı, her bebek 20 bin TL’ye yakın bir borçla doğuyor, üniversiteliler dahil her dört gençten biri işsiz, iş bulan da “şehir plancısı” diploması alıp kaldırım taşı döşeyen bir amele oluyor, asgari ücret dört kişilik bir aile için açlık demek, işyerleri kapanıyor, durmuş bir ekonomiye karşın enflasyon yükseliyor…

Her vatandaşı doğrudan etkileyen bu durum iktidarı da vuruyor ve AKP’ye yakın olanlar dahil kamuoyu araştırmacılarının tümü AKP’deki çözülmeye işaret ediyor. İlk gününden itibaren AKP’yi sırtlayan kadınlar, tencere kaynatmakta zorlandıkça bir zamanlar kurban oldukları Reis’ten uzaklaşıyor.

Hak, hukuk ve özgürlük konularında duyarlılığı yüksek, görece eğitimli ve aydın kesim, AKP’ye yıllarca destek vermiş liberaller dahil, gelinen noktadan ayrıca rahatsız.

Türkiye dünyanın “özgür olmayan” ülkeleri arasında sayılıyor… Yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü açısından 126 ülke arasında 109’uncu sırada… Basın ve ifade özgürlüğü sicili en bozuk ülkelerden… Yarım yamalak bir “sosyal devlet” bile zor durumlarda vatandaşına yardım ederken Türkiye vatandaşından IBAN ile yardım istiyor…

Muhalefet, bu koşullarda nasıl olur da iktidarı garantilemez, bunu da muhalefetin dert etmesi lazım!

İktidar, bu koşullara karşın iktidarda kalabilmeyi dert ediniyor ve iktidarını garantilemenin yolunu da kendisine engel teşkil edebilecek tüm kurumları yok etmekte, tüm muhalif sesleri susturmakta görüyor. Hoşlanmadıkları şeyler söyleyen baro, hekim odası, mühendis odası ve medya olmasın istiyor!

Bunun da yeteceğinden emin değil; “fatih olmak” ve “yeni fetihler” istiyor!

Dışarıdaki fetihler kendi dışındaki etkenlere bağlı. Suriye’de ve Libya’da, olanca güçle yüklenilmesine ve iktidar medyasının çizdiği pembe tabloya karşın “Tamam, fethettik” denilen noktaya bir türlü gelinemiyor ve sürekli değişen dengeler nedeniyle oralarda bir “son” olup olmayacağı ya da nasıl bir “son” olacağı da ön görülemiyor.

Geriye içeride kazanılacak bir “zafer”, iktidarın kendi başına gerçekleştirebileceği bir “fetih” kalıyor.

Tam da bu noktada, Ayasofya olağanüstü önem kazandı. İslamcı-Türkçü kesimin, Ayasofya’nın cami olmasını istemeyenleri; “Farmasonlar, Komünistler, Sosyalistler, Sabatayistler, dinsizler, imansızlar, Hristiyanlar” olarak listelemesine yaslanarak, “Bay Kemal”in bile karşı çıkmayıp “Açıyorsan aç” dediği koşullarda, AKP, kendisine karşı olan herkesi yukarıda sayılanlardan ilan ederek ötekileştirebilecek mi?

Şimdiye kadar hiçbir sağ iktidarın gerçekleştiremediği bir düşü gerçekleştirmeyi kendisini iktidarda tutacak “ikinci bir fetih” olarak sunabilecek mi? Olmazsa, “Ben yapacaktım ama mahkeme izin vermedi” diyerek, yeniden düş kırıklığı yaşayacakları yatıştırabilecek mi?

Mevcut koşullarda, hiçbir “fetih” iktidarı sağlama alacak gibi değil, yeter ki muhalefet iktidara “yürüyebilsin”!