İki yaşındaki çocuğuna ninni olsun diye Herodot Tarihi okuyan bir kadını anlatıyor Jena... Orhan Çetinbilek’in yazdığı ilk ama yayımlanan dördüncü kitabı Jena, yine Yitik Ülke Yayınları’ndan çıktı. Sırasını sabırla bekleyen kitap için yazar, “Şansı böyleymiş” diyor

İlk göz ağrısı bir kitap

Baki Somay

Roman doğduktan sonra tek başınadır aslında. Yazar ya da yayınevi onu ancak bir süre yaşatabilir. Romanı yeşerten, onu görünür kılan içinde barındırdığı dünyanın canlılığı, o dünyada yaşayan karakterlerin gücüdür. Orhan Çetinbilek’in Jena’sı da bu bakımdan kendi kordonunu kesiyor. Bir roman Jena; akıcı, berrak, su gibi. Kitap yeni bir kadını anlatıyor. 90’lı yıllardan itibaren sesini duyuran son olarak da Gezi’nin kahramanı olan kadınlar onlar. Romanın ana karakteri Jena, yeni kadın olgusunu önceliyor birçok bakımdan:

“80’li yıllardan bu yana gelişen kendini var etmeye çalışan, daha çok özgürlük talebi olan, daha İzmirli ve kendine özgü bir kadın çizgisi. Okumaya, üniversite bitirmeye hevesli, bunun için çalışan, evliliklerini kendisi planlayan, evini kendisi kuran, boşanmayı kendisi seçen, özgür, özgün bir kadının gelmekte olduğunu görüyordum. O kadının üzerinden bir karakter yaratarak yazdım Jena’yı.”

Jena yazıldığı dönemde beğenilir ama iş kitabı basmaya gelince hiçbir yayınevi buna yanaşmaz. 1980’de başlatılan darbe dönemi ve ardından yerleşen o sert iklim yıllar sonra da etkisini hissettirmektedir:

“Bu son dönemde ayyuka çıkmış olan karanlık çizginin ben 80’lerde, 90’larda ileri sürülmeye başlandığını gördüm, daha o zamanlardan bilim, sanat ve entelektüel değerler aşağılanmaya başlanmıştı. Solcu yazarlar o dönemde raflardan kaldırılmıştı; Sevgi Soysal, Orhan Kemal gibi… Bunlar çok sonra raflara döndüler. Israrla entelektüel bilgiyi, bilgeliği yok sayan, umursamayan bir dünya dayatılıyordu. O dünyanın sonunda ortaya çıkan şey -A. Badiou’nun işaret ettiği- faşizm oldu. Bu gördüğüm şeyin dışında bir insan varlığının olduğunu bu romanda göstermek istedim. Kitapta ele alınanlar, sonradan sanal ortamda tartışılır oldu ama ben bunları romanda sözünü ettiğim Louis Althusser, Muazzez İlmiye Çığ, Stephen Hawking… ile ortaya koymuştum. Bu sorgulamaların yapılması gerektiğini inadına söylemiştim. Hiç böyle kitapların olmadığı bir zamanda yazdım, tabi ki basmadılar. Şimdilerde var olan alternatif yayınevleri yoktu. Her şey liberalizmin hoyrat, cahil ellerindeydi.”
Bir dosya halinde yıllarca bekleyen Jena’nın okurla buluşma zamanı gelmiştir. Yazar, birkaç küçük düzeltme dışında bütünlüğünü koruduğu kitabını yayınevine teslim eder. Kitabın basımını, daha önce yazarın ‘Poyraz’, ‘Rosa ile Ejder’ ve ‘Belkıs’ romanlarında olduğu gibi Yitik Ülke Yayınları yapar.

Orhan Çetinbilek’in Jena’sında olduğu gibi diğer romanlarında da güçlü kadın karakterler görürüz. Onun kadın dünyasının temsilcileri üniversite okur, akademik kariyer yapar, çocuksu bir merakla doğayı ve evreni anlamaya çalışır. Jena’da, Jena Canan, resim yapar, üniversiteyi İzmir’de bitirip Fransa’da yüksek lisansı planlar, Poyraz’daki Suzan Hanım fizik profesörüdür, Rosa ile Ejder’deki Rosa bir müzik ve astronomi aşığıdır, Belkıs’daki Mındım (Hayriye Hanım) yaşamındaki olumsuzlukları bahane etmez sonradan üniversiteyi bitirir. Bu kadınlar okurken, erkekleri de eğitmeyi ihmal etmezler. Erkeklerin entelektüel düzeyleri kadınların gözünde kendilerini kanıtlamaları için yeterli olmaz. O erkekler kadınların ahlâki eğitiminden geçip sınanırlar. Jena’da ve yazarın diğer kitaplarında da gördüğümüz kadın karakterler, entellektüel olmalarının yanı sıra, sol tarafı ağır basan, insana, bilime ve evrene olan duyarlıkları erkeklerden daha özgün, daha farklı, daha ileride olan bir kadını anlatır bize.

Kitaplardaki bir başka ortaklık da Avrupa eleştirisidir. Yazar için Avrupa, artık gelişmiş bir barbarlığı temsil etmektedir.
Avrupa’nın insanlığa asıl katkısı, koskocaman solu iledir. 80’li yıllarda solu yıkıldığından bu yana Avrupa vahim bir durumda. Avrupa merhametini, vicdanını, bilgeliğini yitirdi. ABD‘de Hemingway’ler, Jack London’lar…yok. Böyle bir dünyada ne Avrupalı sanattan ne Avrupa siyasetinin merhametinden ne de anti-emperyalist Avrupa‘dan bahsedebilirsiniz. Ben buna net olarak -uygarlık değil- gelişmiş barbarlık diyorum. Gelişmesi süren ama uygarlığını (insanlığını) yitirmiş bir topluluk.


Yazarın rafine cümleler ve aforizmalarla zenginleştirdiği uzun metinler, felsefe, bilim ve sanatın, güzelliğin yok edilişine karşı oluşturduğu bir başkaldırı niteliği taşıyor:

“Nietzsche’nin dediği bir şey var; ‘Hep öğrenmek olmaz’. Öğretmek de gerekli. Öğrendiklerimi aktarmak basit bir insani sorumluluktan ibaret. Bunun için kasılmanın, böbürlenmenin hiç anlamı yok. Tarihe bir şey katma sorumluluğu, güzelliklerden bahsetmek hayatı çok daha anlamlı kılıyor. Liberal dünyanın en çok öne sürdüğü şey hazlar, arzular…, ama bunların aslında tam da barbarlığın ölçüleri olduğunu söylüyorum.