Bedenlerin birlikte dokudukları topluluklar, örgütler, kurumlar parçalandı önce, ardından sıra tek tek bedenlere geldi. Asla sona erecek gibi değil, parçalar giderek daha küçük parçalarına ayrılıyor; her şeyin çözülüp dağıldığı bir yer. Ruhum o kadar yorgun ki parçalarını bir araya getirecek gücü de kalmadı. Akıntılarla oradan oraya savruluyor, rastlantısal karşılaşmalarla avunuyor. Velakin her karşılaşma kötü karşılaşma, daha fazla parçalanmaya yol açıyor. Ve kaçınılmaz olarak şu yargıya varıyoruz: Bizim dışımızda herkes kötü, dünyayı kötüler ele geçirmiş, biz iyilerin başına ne gelirse kötülerden geliyor. Kökleri Zerdüşt düalizmine dayanan iki ezeli ilkenin, iyi/aydınlık ile kötü/karanlığın çatışması, yaşadığımız hayatı açıklamak için en yaygın şema. Tarafınızı seçin! Gücün karanlık tarafı mı yoksa aydınlık tarafı mı? Yükselen değerler mi yoksa etik değerler mi? Biz tarafımızı çoktan seçmiştik, Jedi’ların tarafındayız. Karşımızda Darth Vader ve taraftarları. Giderek çoğalıyorlar, ışın kılıçlarımız da artık bir işe yaramıyor. Giderek küçüldük, ateş olsak cürmümüz kadar yer yakabiliyoruz. Kaçacağımız yer de kalmadı, ancak içimize kaçabiliyoruz.

İçerisi de ele geçirilmiş, paramparça; parçalar her yere dağılmış, yangın yeri. İçimde kalırsam kederimden yanıp kül olacağımı biliyorum. Ne zaman içime kaçsam kendimi derhal dışarı atıyorum. Dışarısı ise malum, kötü karşılaşmaların yeri ve her karşılaşma daha fazla parçalanmaya yol açıyor. Sızlanmaktan ve suçlamaktan başka bir şey gelmiyor elimden, neden herkes bu kadar kötü ya da aciz? “Rastlantısal karşılaşmalara göre yaşayan, uğradığı etki ters çıkıp ona güçsüzlüğünü her gösterdiğinde sızlanan ve suçlayan, ama yine de karşılaştığı şeylerin etkilerine uğramakla yetinen kişiye kötü (ya da köle, ya da aciz, ya da deli) denecektir” (Deleuze, Spinoza/Pratik Felsefe, Norgunk). Nasıl yani, kötü ben miyim? O halde iyi kim peki? “Karşılaşmaları örgütlemeye, doğasıyla uyuşan şeylerle birleşmeye, ilişkisini bağdaşılabilir ilişkilerle birleştirmeye ve böylece gücünü arttırmaya çabalayan kişiye iyi (ya da özgür, ya da akıllı, ya da kuvvetli) denecektir.” Yaslandığım şema, bildiğim, inandığım değerler çöküyor birden. Her karşılaşmada daha fazla güçsüzleştiğimi fark ettiğim halde, karşılaşmaları örgütlemek yerine rastlantısal karşılaşmalara maruz kaldığıma ve durmadan şikâyet ettiğime göre kötü bana denir, üstelik kederliyim. 

***

Spinoza’ya göre yeryüzü ilişkilerin bileştiği ya da çözülüp dağıldığı içkin bir düzen; iyi ve kötü ise aşkın değerler değil, ilişkileri bileşen ya da çözülüp dağılan bedenlere özgü içkin değerlerdir; sevinç ve kederle de ilişkilidir. “Bir beden bizim bedenimizle karşılaşıp bileştiğinde, bir fikir ruhumuzla karşılaşıp bileştiğinde sevinç duyarız; aksine bir beden ya da bir fikir, bütünlüğümüzü tehdit ettiğinde keder duyarız.” Sevinç ya da keder salt duygular değil, bir bedenin başına gelen olaylardır. Kötü; defalarca denediği ve parçalanmayla sonuçlanacağını bildiği halde ısrarla doğasıyla uyuşmayan şeylerle birleşen, karşılaştığı şeylerin etkilerine maruz kalmakla yetinen ve karşılaşmalarını örgütleyemeyen kederli kişidir. Ve kendi kültürü ve şairleri vardır. Bir şair rahatlıkla şunu söyleyebilir: “Hüzün ki en çok yakışandır bize.” Buna karşın bir başkası da “Aşk örgütlenmektir” diyecektir. Biri çözülüp dağılmanın duygusunu size yakıştırabilir; diğeri ise sizi, parçalarınızı bileştirmeye, güçlenmeye, neşeye davet edecektir. Bir görüşte aşk, rastlantısal karşılaşmalara maruz kalmakla yetinenlerin işidir. Oysa bir örgütlenme olarak aşk, etkin bir varoluşu, karşılaşmaları örgütlemeyi gerektirir.  

***

Atom reaktöründe yaşıyoruz, sürekli parçalanıyoruz. Batı dillerinde atom ve bireyin anlamı aynıdır, bölünmez demektir. Enerji kaynakları olarak kullanılan bireylerin sürekli parçalandığı despotik bir toplumda aşk mevcut değildir, icat edilmesi gerekir. Reaktördeki hayat aşka asla izin vermez, bir atoma sorsanız, size “aşk imkânsızdır” diyecektir. Aşk; imkânsızı istemek, parçalayıcı kuvvetlere rağmen parçaları bir araya getirip kudretlenmektir. İyi, aşkı örgütleyebilene denir, neşelidir. Kötü, reaktörün koşullarından sürekli şikâyet eden ve keder üretendir. “Bir düşünün abiler” (Ece Ayhan).