Japonya notları III: “Festivaller yasaklansın!” diyen Japon var mı?

Meriç Kırmızı - Dr., Araştırmacı.   

Geçenlerde çıkan gazetelerde Türkiye’deki çeşitli dernek ve vakıfların kültürümüze uygun değil, kadın erkek ayrı ve geleneklerimize daha uygun etkinlikler yapalım diyerek, yaz festivallerini yasaklama isteği bildirisinde bulunduklarına ilişkin bir haber okuyunca, “Japonlar bu festival işini ne yapıyor acaba ve böyle ahretlik kaygıları var mıdır?” diye merak ettim. “Yoksul ailelerin kursa gitme olanağı olmayan çocuklarına okul çıkışı ücretsiz akşam kursu sağlayan bir sivil toplum örgütü yöneticisine bugünlerde yakınlarda bildiğiniz bir festival var mı?” diye danıştım. Hemen Japon yaz festivallerinin bana tanıtımını bir sorumluluk olarak üstlendi ve beni aynı gün yapılan birkaç mahalle şenliğine götürme işini tanıdığı –kendi kurslarına evinin kullanmadığı bir eklentisini ücretsiz olarak bağışlamış olan– bir beyle düzenledi. Fırsat ayağıma gelince ben de elbette kaçırmadım, “ülkemdeki duyarlı kesimlere de bu kültürel açmazlarıyla ilgili alçakgönüllü bir katkım olur” diye programa ayak uydurdum.  

Böylece cumartesi öğleden sonra Enomoto-san’la evinin bahçesinde buluştuk. Arabasıyla başladık, Saitama’nın benim konuk araştırmacı olduğum üniversitesinin bulunduğu bir anacaddesinin iç kesimlerinde yer alan mahallelerde yaz festivali peşinde turlamaya. Nereden bir Japon davulu sesi duyduksak, oraya direksiyonu kırdı Enomoto-san, ama büyük olasılıkla bir Japon ciddiyetiyle ön hazırlığı da vardı, çünkü bu yıl da koronavirüs yüzünden mahalle içlerinde küçük topluluklara bölünerek yapılan etkinlikleri eliyle koymuş gibi buldu. Hani akşam eğlencesine çıkmış gençler “bar-hopping” diye o bar senin bu bar benim gezerler ya; kültürel duyarlılıklarımıza pek uygun örnek olmadı, ama hoş görün, biz de Enomoto-san’la öyle “bu mahalle senin, şu mahalle benim” diye şenlikleri sırayla gezdik. 

Sevgili Onur Ataoğlu’nun kitaplarından anımsadığım kadarıyla bu sokak festivalleri bütün yıl tapınaklarda kapalı kalıp canı sıkılan Japon tanrılarını gezdirmek ve eğlendirmek için yapılırmış; tövbe tövbe. Bana kalırsa, işin gerçeği Tanrıları bahane edip kendileri eğlenmeye bakıyorlar, ama neyse... O nedenle, tanrıları taşıdığı varsayılan “Mikoşi” denilen süslü tapınak arabaları tahta kalaslar üstünde omuzlarda taşınarak tapınaktan alınıp, geleneksel davul, vb çalgılar eşliğinde hoplata zıplata sokaklarda turlanıyor. Dün de aynı biçimde, her mahalle kendi isteğine ve olanaklarına göre ya bir tapınak bahçesinde ya da kentin sokaklarında bu arabaları taşıdı. Oldukça ağır arabaları omuzlarında ritmik bir biçimde dans eder gibi taşıyanlar genelde erkek yetişkinler olsa da, arada sportmen kadınlar da yok değildi. Hatta çocuklar kıskanmasın diye onların boyuna uygun, bir örnek arabalar da yapılmıştı.  

Çoluk çocuk, kadın erken, genç yaşlı bilumum Japon’un katılmasına bakarak, Japon yaz festivallerinde kadınlarla erkeklerin ya da çocuklarla yaşlıların, hatta kendimi düşünürsem, Japonlarla yabancıların, yani birbirinden ayrı toplumsal kesimlerin bir eğlence etkinliğinde bir araya gelmesinde bir sakınca görmediklerini söyleyebilirim. Yani içiniz rahat olsun! Giyim kuşam derseniz, çevrede Avrupa’nın ya da Brezilya’nın ünlü Rio de Janeiro’sunun festivalleri gibi yarı çıplak kadınlar yoktuysa da, yarı çıplak erkekler vardı doğrusu. Biraz festival heyecanıyla evden pantolonunu giymeyi unutup çıkmış gibi görünen birkaç orta yaş üstü amca vardı, ama meğer bu baldırı çıplak giyim de geçmişten gelen bu festivallerin kültürel bir parçasıymış. Bu durum karşısında, ben ne kadar fotoğraf çekerken çıplak popolu amca çekmemeye özen gösterdiysem de, çevrede çoluk çocuk bulunan Japonların bunu pek umursadığı yoktu. Kimse namusuna ve ahlakına bir zarar geldiğinden kaygılanır gibi de değildi, herkes neşeyle hoplayıp zıplıyor, alkış ve tempo tutuyor ve en az incelikle gezdirdikleri Tanrılar kadar eğleniyordu. Ben de kaygılarımı bir yana bırakıp, araba hoplatma işine biraz omuz verecek oldum, iki turdan sonra bugün omzumda bir çürükle oturmuş bu yazıyı yazıyorum. Yani bu yaz festivali işinden gördüğüm en büyük zarar, omzumdaki küçük morluktur, eh Tanrıları gezdirmek “ağır” bir sorumluluk olmalı elbette.  

Özetle, Japon örneğinden gördüğümüz üzere, halkımız kültürel bir zarar görmekten çekinmeden, kaygısız tasasız yaz festivallerine ve şenliklerine katılıp, gönüllerince eğlenebilirler. Neşeden kimseye bir zarar gelmez. Zaten uzaktan uzağa programlarını izlediğim kadarıyla, Türkiye’nin en namuslu, mert ve dürüst insanlarının başında gelen ve belli ki ülkesini çok seven Merdan Bey’in trajikomik gerekçelerle tutuklanmasında olduğu gibi, yaşamlarımız ağır yükler ve üzüntülerle dolu… Fransız bir akademisyen, benim melankolik eğilimlerime şöyle bir bakmış ve uyarmıştı: Yaşam zaten yeterince güç! Bizim onu daha çok dramatize etmemize gerek yok…