Kadim kent İstanbul ve yürüme hakkı

Eren SÖNMEZ*

Berlin, Almanya’nın başkenti ve en büyük şehri. Dört milyona yaklaşan nüfusuyla orta Avrupa’nın da en büyük kenti. Berlin’i Berlin yapan tarihsel süreçte yaşadıklarının ve özellikle yakın tarihteki geçmişinin yanı sıra modern kentin ne anlama geldiğini gösteren kimi özellikleri. “Modern” kelimesi hep yeniyi ifade ediyormuş gibi geliyor, hele ki “modern kent” deyimi ülkemizde koca koca binalar devasa alışverişleri merkezleri garip garip kente giriş kapıları vb. gibi şeyleri çağrıştırıyor milletimizin algısında. Özellikle de son 20 yılda bu algı daha da pekişti. Oysaki; gerçek böyle mi? Berlin gibi büyük bir kentte yaşayan birisi için “modern kent “ bunu mu ifade ediyor?

∗∗∗

Berlin yürünebilen bir şehir. Yürünebilen bir şehir ne demek peki? Günlük hayatımızda hepimiz çalıştığımız yerlere kısa mesafede olsa arabayla gidiyoruz. Bunu hepimiz alışkanlık haline getirdik. Bu bir statü, lüks ya da başka bir şeylerin göstergesi olarak görülüyor ama bunu yaparak hem kişisel sağlığımızı hem de kentimizi, ülkemizi ve dünyayı tehlikeye soktuğumuzun farkında değiliz. İşte Berlin’de insanlar iş yerlerine okullarına yürüyerek ya da bisikletle gidiyorlar ve bu bir sosyal statünün ekonomik durumun göstergesi değil. Günümüz dünyasında artık yapmamız gereken bir zorunluluk. Berlin bu anlamda geniş kaldırımları, erişilebilir sokak ve caddeleri ile yürüme yayayı ve bisikletliyi önceleyen bir şehir. Pandemi ile mücadele ettiğimiz bu dönemde Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri dünya genelindeki en büyük tehlikenin obezite olduğunu işaret ediyor ve hepimiz birer obez adayıyız. Obezite ile en büyük mücadele yolu da tabi ki hareket etmek. Spor diyenleriniz çıkacaktır. Spor dediğimiz şey de yaptığımız hareketlerin karakterize olması değil mi? Son günlerde işlerinden okullarından çıkıp spor salonlarına koşan bir kitle ile karşı karşıyayız ve çoğu da sırf yürüme bandında yürümek için buralara akın ediyor. Oysaki tüm sokaklar caddeler kaldırımlar bizim. Peki kaldırımlarımız caddelerimiz sokaklarımız ne kadar erişilebilir ya da yürünebilir? Bugün Bağdat Caddesi ve İstiklal Caddesi İstanbul’umuzun gözbebeği iki lokasyon ama bu caddeleri bu şekilde kılan yürünebilir olmaları insanların yürümek ya da ulaşım için bu caddelerde tabiri caizse “tabanvayı” tercih etmeleri.

∗∗∗

Bütün bunlar Maltepe Atatürk Caddesi’nde (Maltepe Meydandan D-100 Karayoluna bağlanan gidiş geliş yönlü en büyük caddedir) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın yapmış olduğu yol ve kaldırım iyileştirme çalışmalarını gördüğümde aklıma geldi. Çalışmanın detaylarına baktığımızda görüyoruz ki bu çalışma yayaları önceleyen engelli bireyler için erişilebilir olmayı amaç edinmiş bir çalışma. Ancak görüyoruz ki tepkiler var. Bunların çoğu trafiğin gerek çalışma sebebiyle gerekse sonrasında artıyor ya da artacak diye düşünmeleri. Oysaki bu çalışma trafik azalsın insanlar araçla daha fazla şehir içinde sıklıkla dolaşmasın çalışması. Bütün bunlar insanları rahatça güvenilir bir şekilde yürüyebilecekleri bir caddeye dönüşmesi için.

Yine Maltepe Merkez Camiinin önünde yer alan ve Anadolu yakasının en keşmekeş noktası olan minibüs caddesi olarak bilinen caddede trafiğin yıllardır tıkalı olduğu bölgede de trafik yerin altına alındı. Yayalaştırılan bir cadde ve kentin içinde insanların gündelik hayatlarının geçiş noktası olan meydan tamamen trafikten arındırıldı. Gelişmiş Avrupa Kentlerinde gördüğümüz yayalaştırılmış cadde ve meydanlara benzeyen bu bölgenin gerçek anlamda değerini bulması işte tam da İstanbul’da kentte yaşayan insanlarımızın araba kullanma alışkanlıklarının artık terk etmeleri daha çok yürümelerine imkan sağlanan bu fırsatları iyi değerlendirmeleri artık olmazsa olmazımız.

∗∗∗

İşte tam da bu noktada artık temel haklar arasında sayılması kaçınılmaz olan kent hakkı, kentli hakkı meselesi önem taşıyor. Avrupa Konseyi tarafından 1992 yılında kabul edilen Avrupa Kentsel Şartı kentte yaşayan insanların bir takım haklara sahip olduğunu düzenlemiştir. Yürüme hakkı da belki basit gelebilir ama artık bir kentlinin en temel haklarından biridir. Kaldırımlarının genişliği ile yaya ve insan odaklı bir kent aynı zamanda günümüzün popüler kavramlarından ‘dirençli kent’ olabilmenin de ön koşullarındandır.

2004 yılında yürürlüğe giren Belediye Kanunu ve Büyükşehir Belediye Kanunu bu ortak paydayı kendi içinde ‘Hemşehri Hukuku’ ve ‘mahallin müşterek nitelikteki ihtiyaçların’ karşılanması kavramları ile kısmen öngörmüş olsa da üzerinden geçen yıl göz önüne alındığında güncellenmesi ve günün şartlarına uygun hale getirilmesi artık elzemdir.

∗∗∗

Devleti insan vücuduna benzetecek olursak yerel yönetimler bu vücudun elleridir. İnsana gündelik hayatta en çok temas ettiği organlarıdır. Sabah kalktığımızda musluktan akan suyun kalitesinden, sokağa adım attığımızda kaldırımların durumuna ulaşım araçlarına kadar belediyecilik faaliyetidir. Gündelik hayatta devletin ve vergilerimizin en çok karşılığını bulduğumuz kurumlardır. Evrim Ulusan’ın 2 Mart tarihinde Corpus Dergide yayımlanan yazısından bir alıntıyı paylaşmak istiyorum. Bu kısım tam da benim on beş yıllık belediyecilik yaşantımda mücadelesini verdiğim değerler açısından çok önemli; “Nihayetinde, bir kentte yürümek, çok şeyin farkındalığını kazandırır, en çok da hakkımız olanın, hakkımızın verilip verilmediğinin, bir mücadelenin mümkün olup olmadığının, mücadeleye nereden başlamak gerektiğinin. Yürümek, yaşam alanımızı sahiplenmeye, sahiplendiğimizi korumaya niyet ettiğimizi gösterir. Özel alanın dokunulmazlığı yanına, kamusal alanın özel çıkarların yararına dokunulmazlığını koyar. Kolektif mülkiyeti oluşturmak için kolektifin parçası olmayı, müşterekleri müşterek biçimde inşa etmeyi talep eder.”

İşte mesele bu.

Gerçek sorunlara gerçek çözümler üretebilmek Türkiye’de siyasetin ne yazık ki son yıllarda unuttuğu bir olgu. Devletin vatandaşına dokunan eli olan belediyelerin yaşanılan seçim süreçlerinin de etkisiyle bundan etkilenmemeleri mümkün olmuyor. Yetki kısıtlamaları, yürürlükteki kanunlara aykırı engellemeler bunların birer sonucu.  Ancak yine de bu şekilde uzun vadeli insan hayatını etkileyecek çalışmalara destek vermek yanında olmak illa ki günün sonunda insanoğlunun karda çıkacağı şeyler olacak. Çılgın projeler yerine insanların mutlu ve sağlıklı bir şekilde yaşayacakları “modern ve yürünebilen kentler” yaratmak hepimizin ellerinde.

Sonuç olarak “tabanvay” iyidir…

*İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 1. Hukuk Müşaviri