Evrim sürecinde, tehlikeli durumlarla karşılaştığımızda, mesela bize doğru koşan tarih öncesi bir kaplanla yüz yüze kaldığımızda, bedenimizin hızlıca düşünüp karar vermesi gerekir: Savaşabilir miyim, kaçabilir miyim?

Kaplandan Kortizole: Stresin biyolojik yüzü
Fotoğraf: Freepik

Dr. Handan ACAR* - @hndncr

Stres, genellikle korkutucu durumlarda bedenimizin verdiği tepki olarak tanımlanabilir. Vücudumuz genelde "savaş ya da kaç" şeklinde yanıt verir ve hücrelerimizin stresli durumlara verdiği tepki de tamamen aynıdır. Stresin, hayatımızda önemli rolü vardır. Evrim sürecinde, tehlikeli durumlarla karşılaştığımızda, mesela bize doğru koşan tarih öncesi bir kaplanla yüz yüze kaldığımızda, bedenimizin hızlıca düşünüp karar vermesi gerekir: Savaşabilir miyim, kaçabilir miyim, saklanacak bir yer var mı gibi sorulara hızlı yanıt ararız ve bu da çok fazla beyin enerjisi gerektirir. Bu yüzden bedenimiz, diğer işlevleri (sindirim, üreme, büyüme gibi) durdurarak tüm kaynakları hızlı düşünüp hareket etmek için kullanacak şekilde evrimleşmiştir. Vücudun bu hızlı düşünme ve harekete geçme süreci kortizol, adrenalin (epinefrin) ve noradrenalin (norepinefrin) adlı hormonlar aracılığıyla gerçekleşir. Kanımızdaki şeker seviyesi artar (çünkü bu, beynimizin ana enerji kaynağıdır) ve kalbimiz, enerjiyi beyne sağlamak için daha hızlı kan pompalar. Tüm bunlar, farkında olmasak da saniyeler içinde, çok kısa bir sürede gerçekleşir ve amacı, tarih öncesi kaplandan bizi korumaktır. Tehlike geçtikten sonra rahatlarız, stres hormonlarının salgılanmasını azaltır ve hayatımıza devam ederiz.

Günümüz dünyasında (komşum Tiger King değilseniz) bir kaplan saldırısına uğrama ihtimaliniz oldukça düşüktür. Ancak stres kaynaklarımız değişti; artık yaklaşan süreçler, finansal sıkıntılar veya kendimizi üzerinde yoğunlaştırdığımız diğer konular stres hormonlarımızın salgılanmasına neden oluyor. Bu sıkıntılar, kaplanın bizi akşam yemeği olarak görmekten vazgeçmesinden daha uzun sürebildiğinden, çoğu zaman kronik stres yaşanmasına yol açıyor. Durum kaplandan kaçacak kadar acil olmasa da stres hormonları (kortizol, adrenalin ve noradrenalin) uzun süreler boyunca belirli bir miktarda salgılanmaya devam ediyor ve dolayısıyla üzerimizdeki etkileri de devam ediyor. Örneğin kortizol, testosteron üretimini azaltır. Testosteron erkeklik hormonu olsa da kadınlarda da salgılanır ve kas kütlesinin geliştirilmesi, kan dolaşımındaki kolesterol seviyesinin düzenlenmesi ve cinsel isteğin artırılması gibi işlevleri vardır. Uzun süreli baskılanması kas kütlemizin azalmasına ve kolesterol seviyemizin artmasına neden olabilir. Adrenalin ise, kalbimizin hızla çarpmasına neden olan hormondur ve damarlarımızda uzun süreli yüksek basınç sonucu zarar verebilir, kalp krizi ve inme riskini artırabilir.

VOLTRAN OLUŞTURMAK

Tüm bu süreç hücrelerimizde farklı bir mekanizma ile aynı doğrultuda ilerler. Hücrelerimiz kaplanın saldırısını veya finansal sıkıntıları doğrudan algılayamaz. Hücreler için besin eksiklikleri, sıcaklık, mekanik baskı, virüsler vb. daha algılanabilir stres kaynaklarıdır. Hücrelerimiz bu tür stres faktörlerini algılayabilecek üç reseptöre sahiptir: ATF6, IRE1 ve PERK.1 Hangi reseptörün tetiklendiğine bağlı olarak, hücrenin stresle mücadele etme yanıtı değişir. Ancak, bu yanıttan önce, tıpkı kaplanı gören ilk insanlar gibi, o an gereksiz olan tüm işlemleri durdurması gerekir. Bu yüzden de hangi reseptör tetiklenirse tetiklensin, ilk iş ökaryot başlatıcı faktör 2 (eIF2) proteini fosforlamaktır. Çocukluk çizgi filmi Voltran gibi farklı proteinlerin bir araya gelmesiyle oluşan eiF2, hücrede protein üretimi için gerekli olan mRNA’yı kontrol eder. İşte stres reseptörlerinden birisi tetiklendiğinde, ilk iş bu Voltran’ı oluşturan proteinlerden birini fosforlar ki Voltran oluşmasın, gereksiz proteinler üretilmesi dursun, kaynaklar boşuna harcanmasın. Olaylar daha sonra tetiklenen reseptöre ve stres kaynağına göre değişir. Tabii ki bu süreç, hücrenin başa çıkabileceği kadar stres altında gerçekleşir.

STRESLE BAŞ EDEMEZSE

Peki stres çok daha büyükse ve hücre baş edemezse, o zaman ne olur? O zaman kontrollü hücre ölümü dediğimiz apoptosis başlar, ki yine kaynakların iyi kullanılması adına, hücreyi oluşturan proteinlerin yapı taşları başka gerekli yerlerde kullanılabilsin. Hücre içinde apoptosisi başlatmak için caspase enzimlerini kırmakla başlar. Daha sonra yine stres kaynağına, duruma göre onlarca çeşit hücre ölümünden birini gerçekleştirir.2 Peki, stres uzun süreli ama hücrenin baş etme sınırında ise? Durum mekanik stres veya özel büyüme hormonlarından kaynaklı stres ise, hücre bu yeni düzende yaşamını sürdürebilmek için değişimlere gider. Bu tür bir adaptasyon aslında kök hücrelerin değişimi ve yeni doku oluşumu için gerekli olan bir süreçtir. Ama stres bu hormonların uzun sureli salgılanmasına sebep olmuşsa, hayatımızı da uzun süre ciddi sorunlarla boğuşmuşsak veya henüz o hücreler gelişiyorken, çok stresli bir çocukluk geçirmişsek, hücrenin yeni düzene uyumu değişir.

Burada işin içine biraz felsefe giriyor, ki felsefe bütün bilimlerin anasıdır, olmazsa olmaz. Bu yoğun düzensizlik ve stres altında uzun süre kalan hücreler, artık bu ortamda yaşamlarını sürdürebilmek için, “antifragile” (kırılamamazlık gibi çevrilebilir ama tam değil, dolayısıyla orijinal terimi kullanmaya devam edeceğim) oluyorlar. Antifragility, Dr. Nassim Nicholas Taleb tarafından geliştirilmiştir.3 Anlamı, sistemlerin (hücre, ülkelerin ekonomisi, şirketler, vs.) stres kaynakları, şoklar, gürültü, hatalar, arızalar, saldırılar veya başarısızlıklar sonucu gelişme kapasitelerinin arttığı bir özelliktir. Yani sadece kırılmaya dayanıklılık kazanmıyorlar, daha da gelişiyorlar. Hani Nietzsche’nin dediği gibi, “Öldürmeyen şey, güçlendiriyor”. Dr. Taleb’i okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Kendisi bir matematikçidir ve bize bireylerin, ülkelerin, ekonomilerin, ülkelerin, insanlığın antifragility özelliği kazanması için gerekenleri matematiksel ispatlarıyla ama çok açık bir şekilde anlatır.

Antifragility çok şahane bir şey gibi görünse de herhangi bir mutasyon geçiren hücrelerin ölüme inatla direnmesi kanser, Alzheimer, Parkinson gibi hastalıkların erken yaşta önünü açabilir. Zira kronik stres, çeşitli topluluklarda sağlık üzerindeki zararlı etkileri için yoğun bir şekilde incelenmiştir. Araştırmalar, özellikle çocuklukta veya yetişkinlikte yaşanan kronik veya travmatik stresin, yetişkinlikte psikolojik ve fiziksel hastalıklara karşı artmış bir kırılganlık ile ilişkili olduğunu göstermektedir; bunlar arasında depresyon, akciğer hastalıkları, kalp hastalığı, diyabet, kanser ve erken ölüm bulunmaktadır.

Stresi etkili bir şekilde yönetmek ve stres hormonlarını azaltmak için çeşitli stres yönetimi teknikleri üzerinde çalışılmış ve faydalı oldukları kanıtlanmıştır. Tabii ki profesyonel bilişsel davranış terapisinin etkileri defalarca kanıtlanmıştır (bu süreçte bana çok yardımı dokunan Merve Özgüven’e de teşekkür ederim). Ayrıca meditasyon, düzenli egzersiz ve nefes alma tekniklerinin birçok bireyde stres hormonlarını azalttığını biliyoruz. Yani diyeceğim, derin bir nefes alin, 3’e kadar sayın ve ağzınızdan verin, sonra yine nefes al, nefes ver…

*Peggy and Charles Stephenson Assistant Professor

Stephenson School of Biomedical Engineering, University of Oklahoma

∗∗∗

REFERANSLAR:

(1) Costa-Mattioli, M.; Walter, P. The Integrated Stress Response: From Mechanism to Disease. Science 2020, 368 (6489), eaat5314. https://doi.org/10.1126/science.aat5314.

(2) Galluzzi, L. et al. Molecular Mechanisms of Cell Death: Recommendations of the Nomenclature Committee on Cell Death 2018. Cell Death Differ 2018, 25 (3), 486–541. https://doi.org/10.1038/s41418-017-0012-4.

(3) Taleb, N. N. Antifragile: Things That Gain from Disorder; Random House Publishing Group, 2014.

(4) Epel, E. S.; Prather, A. A. Stress, Telomeres, and Psychopathology: Toward a Deeper Understanding of a Triad of Early Aging. Annu Rev Clin Psychol 2018, 14, 371–397. https://doi.org/10.1146/annurev-clinpsy-032816-045054.

(5) Lupien, S. J.;et. al. Effects of Stress throughout the Lifespan on the Brain, Behaviour and Cognition. Nat Rev Neurosci 2009, 10 (6), 434–445. https://doi.org/10.1038/nrn2639.

(6) Gilbert, R.; Widom, et. al. Burden and Consequences of Child Maltreatment in High-Income Countries. The Lancet 2009, 373 (9657), 68–81. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(08)61706-7.

(7) Bernstein, D. et. al. Development and Validation of a Brief Screening Version of the Childhood Trauma Questionnaire. Child Abuse & Neglect 2003, 27 (2), 169–190. https://doi.org/10.1016/S0145-2134(02)00541-0.