Baştan belirteyim bu katiyen politik bir yazı değildir. Düzelmesi umutlu olan bir alanı da kapsamıyor. Tıpkı politik dünyamız gibi…

Siyasetle ilgili bir yazı yazmaya girişsem haliyle Muhammed Ali’nin cenaze törenine değinmek zorunda kalacağım.

Özgür Mumcu Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde 11 Haziran 2016 Cumartesi günü yazdı, okumayanlar okusun lütfen… Özgür hukuk doktoru olduğu için hakaret-makaret gibi açıklar vermeden konuyu gayet güzel anlattı:

-Bir makama bu kadar eziyet edilir mi?

Hangi vizyoner danışmanlar “bu iş okeydir efendim!” diyerek, koskoca bir Cumhurbaşkanı’nı böylesine büyük bir dirseklenmenin ortasına koymaya cesaret ettiler acaba?

Belli ki aynaya baktıklarında nasıl kendilerinden başkasını göremiyorlarsa, dünyaya da öyle bakıyorlar!

Kim var imiş biz burada yok iken?

Gittiler, gördüler ve döndüler!

•••

Uzak seyahatler için havaalanları çıkış noktasıdır. Özellikle dış hatlar terminalleri bayram arifelerinde görülmeye değer hale gelir.

Yurt dışına çıkmak, insanlara mutluluk verir.

Bu çok güzel bir duygudur.

Ama bazı insanlar bu mutluluğu yaşamak yerine, kendilerinin dışındaki herkese hava atmak, onları yok saymak, bir anlamda aşağılamak, onu fark etmeyenler olabilir ihtimaline karşı, ‘bakın ben buradayım ona göre’ dercesine etrafına sürekli talimatlar verirler:

-İlker pasaportları getir çabuk!.. Çıkış harcı yatırmamışsın yine…

Bayram sevinci çocuklarla yaşanır değil mi?

Hayır, bunlar (genellikle çalışmayan dinamik kadın insanlar) çocuklara da zehir etmek için hiçbir fırsatı kaçırmazlar:

-Tuğçeeee çabuk söyle bana, niye yanımdan uzaklaşıyorsun?

-Ama anne!

-Sus konuşma!

Sadece o ailenin bireyleri değil, onlarla birlikte aynı hava yolu şirketinden biniş kartı alacak olanlar da bu azarlanmadan paylarını alırlar. Hanımefendi yurt dışına gitmektedir. Gergin olmasını anlayışla karşılamanız gerekmektedir!

Sadece onun fark etmediği küçük bir ayrıntı vardır: Dış hatlar terminalinde bilet bagaj işlemi yapanların tamamı yurt dışı yolcusudur!

Ama o sadece kendisiyle meşgul olduğu için farkında değildir!

•••

Hayvanlar güzeldir. Hayvan sevgisi de güzeldir. Hayvanları seven insanlar da öyle…

Ama “severmiş gibi” yapanlar değil!

İstanbul’da hayvan severlik çok gelişmiş boyutlardadır. Mesela Cihangir’de kediler, Hindistan’daki ineklerin katında bir kutsiyete ulaşmış vaziyettedir.

Kediler özgür hayvanlar olduklarında onları gezdirip dolaştırmak gibi bir görev bulunamamıştır:

-Hayatım ben kediyi gezdirmeye çıkıyorum!

Böyle bir cümlenin hayatta karşılığı yoktur.

Evlerde beslenen köpekler ise kediler kadar şanslı değillerdir. Onların günde en az bir kere dışarıya çıkartılmaları zorunludur.

Ev köpeklerinin sahipleri çok meşgul olduklarından onları hafta içinde kapıcılar pardon apartman görevlileri gezdirirler. Hafta sonları ise esas sahipleri… Aralarında sevgiden ziyade otorite ilişkisi olduğundan, köpek sahibi sürekli olarak asabi talimatlar verir:

-Jack bak, sana söylüyorum, çekme beni…

Jack enerji dolu iri bir Rottweiler olabilir. Sahibinin fiziki yapısına değil, kendi kaslarına göre hareket etmek ister. Bu sırada sahibi mesaj yazmakta olduğu akıllı telefonunu yere düşürür. İşte o zaman hayvan sevgisi falan yalan olup uçar gider:

-Sana kaç kere söyledim, böyle yapma diye!

Tasmanın sapı kırbaç olup zavallı köpeğin kafasına iner.

Hafta sonlarını “köpek azarlama” şeklinde rehabilitasyon turuna çevirenleri durduracak hiçbir kuvvet yoktur.

Çünkü “azarlamak” bu ülkenin en geçerli iletişim biçimi haline geldi.

Bölgesel olarak tarif edersek, “kendine dönük insan ülkesi” diyebiliriz.