Fotoğraf çekmek kimsenin tekelinde değil, doğrudur. Ama fotoğrafı bir dil olarak kullanıp üretimini toplumla paylaşan, toplumsal bir işlevi...

Fotoğraf çekmek kimsenin tekelinde değil, doğrudur. Ama fotoğrafı bir dil olarak kullanıp üretimini toplumla paylaşan, toplumsal bir işlevi yerine getirdiğine kanaat getiren/söyleyen her fotoğrafçının önemli sorumluluklar taşıdığını da bilmesi gerekiyor. Günümüzde fotoğraf makinesi kolay sosyal statü sağlayan bir araç haline geldi. Fotoğrafçılık, toplumda popüler olmanın en kolay yolu olarak görülüyor. Boynuna kolye gibi astığı fotoğraf makinesi ile ‘sanatçı’ edasında kendisine sorulacak gazeteci misiniz, fotoğrafçı mısınız sorularına muhatap olmayı bekler halde ortalıkta dolaşıyor. Eh! Birde sergi açma olanağı yakalarsa değmeyin ‘sanatçı’mızın keyfine. Ön çalışmalar yapmadan bir-iki gidişte konuyu fotoğraflayarak yaptığı üretime anlam yazmak/anlamlandırmak masa başı kolaycılığıyla çözülür oldu. Etkili yazıların anlattıklarını fotografik çalışmaların içeriğinde göremez olduk. Fotoğrafçı elini taşın altına koymadan örneğin yapmış olduğunu sandığı belgesel çalışmanın iç huzuruyla başını yastığa koyuyor. İyi-kötü bir nebze de basında yer alınca kendini tamam hissediyor.  (kimsenin tekelinde olmadığına göre, sözüm hobi olarak uğraşanlara değil elbet)
Şirketler fotoğrafın günümüzdeki popülerliğinden azami ölçüde yararlanıyor, yüksek para ödüllü yarışmalar düzenliyor.  Hatta kimi uyanık ticari şirketler -ki bunların içerisinde çok bilindik firmalar var- reklam sektörüne para kaptırmamak için yarışma temalarını kendi ürünlerinden seçiyor, derece almış fotoğrafları ürünün reklam afişlerinde kullanıyor. Hangi firmalar olduğunu mu merak ediyorsunuz? Türkiye Fotoğraf Federasyonu’na sorarsanız, yarışmaların onayını veren yetkili bir kurum olarak size bilgi vereceklerdir.
Peki, fotoğraf dernekleri ne yapmakta? Verdikleri teknik eğitimin yanı sıra ne  yazık ki görüntünün de bir dil olarak ‘görsel ideoloji’sini öğretim müfredatına almamaları en büyük eksikleridir. Diğer bilimlerle olan etkileşimlerini öğrenmeyen fotoğrafçının, kültürel bir boşluk yaşayacağı aşikârdır. Örnek mi? Belgesel fotoğrafçıların sosyoloji, antropoloji, felsefe ve siyasal bilimlerinden yararlanması gerekliliği gibi.
Şimdi, bu girişten sonra ‘http://ensonhaber.com/dunya/196736/yuzum-umuttur.html’ adresinden alıntıladığım bir röportajı okurla paylaşmak istiyorum. Yayınlandığında fark etmediğim röportajı okumam için bana mail atan değerli dostum Yrd.Doç.Dr.A.Beyhan Özdemir’e teşekkür ederim.
Fotoğrafçılar yenilenmeyi bekleyen okulların eski, yetersiz koşullarını görmek, bu okulların çocuklarının içlerinde taşıdıkları umudu aktarmak için yola çıkıyorlar.  Köylere gidiyorlar ve yoksun okulların çocuklarıyla dertleşiyorlar. Amaç; fotoğrafları satarak elde edilen gelirle okulların eksikliklerini tamamlamak.
TOÇEV’in 'Yüzüm Umuttur' adlı bu fotoğraf projesine katılan fotoğrafçılardan biri olan Bennu Gerede soruları yanıtlıyor.
Röportaj sırasında bir soruya verdiği yanıtı aynen aktarıyorum. Ayrıntısını merak edenler yukarıdaki adresten okuyabilirler. Yorumu okuyucuya bırakıyorum.
Çekim için nereye gittiniz? Beklentiniz neydi?
Antep'e gittim, pek bir şey beklemiyordum çünkü daha önce Mardin'e, Erzurum'a gitmiştim. Sadece ilkel bir yer olacağını biliyordum, şoka uğramadım.