Kırda değişim için solun kırla yeniden bağ kurması gerek

İlkay Öz

Çiftçi-Sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem’le AKP iktidarı boyunca Türkiye tarımında ve kırsalında yaşanan dönüşümü, kırın oy tercihlerini, muhalefet ve solun kırla bağını ve kırın ekonomik krizin yarattığı yıkımdan etkilenmediğine ilişkin söylemleri konuştuk. 

AKP 21 yıllık iktidarı boyunca kırı nasıl dönüştürdü? 
Aslında AKP’yle başlayan bir süreç değil bu. 1980’den sonra neoliberal politikalarla Türkiye tarımının liberalleştirilmesi söz konusuydu ve adım adım Türkiye’nin bütün tarımsal yapısı dağıtıldı. Esas olarak 1999 ve 2001 yıllarında IMF-Dünya Bankası aracılığıyla Türkiye tarımını yeniden yapılandırma sürecine AKP’nin iktidar olduğu dönem denk geldi. Türkiye tarımı hızla şirketleşti, devlet bütünüyle tarımdan çekilmiş oldu; şirketlerle çiftçiler baş başa bırakılarak aslında üreticiler üretemez duruma düşürüldü. Bu üretemezlik durumu içerisinde ısrarla topraklarında üretmek isteyen çiftçiler de şirketlere sözleşmeli üreticilikle bağlanarak kendi toprağında işçileşti. Aynı zamanda o dönemde Dünya Ticaret Örgütünün de kurulmuş olması ve Türkiye’nin de üye olması, 95 yılından itibaren gıda fiyatlarının serbest piyasaya bağımlı olmasını getirdi. Bütün dünyada fiyatlar bütün tarım ve gıdaya hâkim olan çok sayıda şirketin belirlediği fiyatlar üzerinden gitmeye başladığında da çiftçilerin ürünlerini maliyetlerin altında satmaya başladığı bir süreç yaşandı.

AKP emek rejimi bakımından nasıl bir kır yarattı?
Aslında endüstriyel tarımı kabul ettiğimiz 1950 yılından itibaren, bu endüstriyel tarım pahalı olduğu için, üretimi çiftçilerin tek başlarına yapması mümkün değildi. Ona uygun bir devlet yapısı ve bir tarımsal yapı oluşturuldu. Bu tarımsal yapı çiftçilere hem girdi destekleri veren hem de taban fiyatı uygulayan bir politikaydı. Bu anlamda çiftçilerin devletle kurduğu bir ilişki söz konusuydu. Neoliberal dönemle beraber bize bu “tarımsal yapı oluşturun” diyen küresel kurumlar devlete “tarımdan çekil” demeye başladı. Çiftçiler devletin tarımdan çekildiği koşullarda üretim yapmak zorunda kaldılar ve devletle olan bütün ilişkileri kopmaya başladı. Devletin bıraktığı boşlukları şirketler doldurdu. Bütün üretim sürecini kontrol altına aldılar. Devletle bağı kopan çiftçilerin talep ve ihtiyaçlarını şirketler karşılar oldu. Sınıfsal olarak, şirketlere bağlanmak demek kendi toprağında işçileşmek demek oluyor.

Tüm bunların sonunda nasıl hâlâ kırsalda yaşayanlar ve çiftçiler için çözümün adresi AKP olabiliyor? 
Ben zaten şu ikilem nasıl kuruluyor anlayamıyorum: “Kırsal alanda AKP oyun çoğunluğunu alıyor ama kentlerde muhalefet çoğunluğu alıyor.” Esas bunun üzerinden tartışılmaya başlandı konu. Kır ve kent ayrımının nasıl yapıldığı da belli değil bunda. Tarımsal üretim mi kastediliyor? Yoksa köylerde hâlâ yaşayan insanlarımız mı kastediliyor? Bu belirgin değil. Çünkü örneğin Türkiye’de ihracata yönelik en fazla ürün üreten yer Ege Bölgesi. Bundan sonra Akdeniz geliyor. Buralardaki oy oranlarına baktığımız zaman muhalefet kazanıyor. Ama İç Anadolu’ya gidince durum değişiyor. Bu sadece tarımsal üretime bağlanacak bir sonuç değil aslında. Kır ve kent ayrımıyla da ortaya çıkan bir durum değil. Kentlerde yaşayanlar nasıl bir kriz yaşıyorsa o krizin farklı boyutlarda köylerde ve kırlarda da yaşandığı çok açık. Tercihler bunun üzerinden yapılmıyor. Başka bir şey üzerinden yapılıyor. Aslında orada yaşayanlarla kurulan ilişki üzerinden ortaya çıkan bir durum. 

Kıra ekonomik krizin etkisinin yansımadığı ya da görece çok düşük düzeyde yansıdığı söyleniyor. Mevcut ekonomik yıkım kırı, köylüleri, üreticileri oy tercihleri bakımından nasıl etkiledi? 
Kırsaldakilerin krizden daha az etkilenmesi gibi bir durum söz konusu değil. Geçmişte bu böyleydi. Yani kırsal alanda yaşayanlar krizlerden daha az etkileniyorlardı. Çünkü üretimlerine devam edebiliyorlardı ve krizin etkileri oralarda çok hissedilmiyordu. Hatta yaşanan bu ekonomik krizler karşısında da kentlere gitmiş akrabalarının ayakta kalmasını sağlayan da kırsal alandı. Şimdi bu bağlantı kopmuş halde. Bizim yaşadığımız, tüm Türkiye’de yaşanan bu krizi onlar da hissediyorlar. Fakat tercihleri değişik oluyor. Aslında 1950’lere kadar nedenleri ne olursa olsun, tahsildar, jandarma baskılar vs çok partili döneme geçiş öncesi yaşadıkları köylülerin genlerine işlemiş halde. Onun için genel olarak muhafazakâr ve sağcı bir tutum içerisinde oluyorlar. Çok partili döneme geçişte de bir özne olarak kullanılıyor. Aslında orada Demokrat Parti ciddi şekilde köylülerle ilişki kurarak bu geçiş döneminde köylülere önemli rol oynatıyor. Bunun için kırsalda yaşayanlar bu hep duydukları üzerinden sola uzak oluyorlar. Soğuk Savaş döneminin kırsalda yürüttüğü propaganda da etkili. Bunun kırıldığı tek nokta Ecevit döneminde , “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganıyla ortaya çıkan durum. Yani söylemi değişiyor, kurduğu ilişki biçimi değişiyor. O dönemde kırda ciddi şekilde çalışma yürüten solcular, sol örgütler de var. 12 Eylül’le neoliberalizmin ve darbe döneminin başlamasıyla kırsalla olan bu bütün bağlantıları kopartıyor. Şimdi kırsaldaki oy tercihleri krizin üzerinden bu yüzden kurulmuyor. Kopmuş bir ilişki söz konusu. Onlarla beraber ne yapılabileceği ve nasıl mücadele yürütüleceğine, ortak mücadele araçlarının yaratılmasına ilişkin bir çaba olmadığı sürece tercihlerini başka nedenlerle yapmış oluyorlar.

Kılıçdaroğlu’nun kırsaldaki insanın ekonomik yıkımdan etkilenmediği söylemi var. Burada bahsettiği kesimler kim olabilir? Gerçekten böyle bir profil var mı? Kırı yekpare bir unsur olarak almak yerine acaba kırda farklı sınıflar var mı diye sormak bu soruya verilecek cevabı kolaylaştırır mı? 
Ben böyle bir profil olduğunu düşünmüyorum. Kırsalda ya da daha doğrusu tarımsal üretimde artık çiftçileri bir bütün olarak kabul etmek mümkün değil. Bir tarafta şirketleşen ve giderek büyüyen, diğerlerini yutan ve kendine bağımlı hale getiren bir kesim diğer tarafta sözleşmelerle bağlanan farkı bir kesim ortaya çıkıyor. Yani burjuvaziyle işçi sınıfı gibi düşüneceğimiz bir sınıfsal durum ortaya çıkıyor. Kılıçdaroğlu’nun bunu ifade ettiğini düşünmüyorum. Köylülerle olan, kırsalla olan bağlantının kopmasının ve o bilginin olmamasının nedeni olduğunu düşünüyorum. Bunu söylemek aslında çok büyük talihsizlik. Oradaki yaşam biçiminin bile anlaşılamamasından kaynaklanıyor. Tarımda yaşanan değişim ve krizin kendisi tarımı kırsal alanı dönüştürürken kırsal alanda bütün bir kültürü yemek kültürünü dahi değiştirdi. Köye gittiğinizde artık eskisi gibi yapılan ekmekleri görmüyorsunuz siz. Onlar da beyaz ekmek yiyorlar, onlar da tavuklarını dışardan alıyorlar, yumurtayı yoğurdu dışardan alıyorlar. Yani değişen bir kırsal alan var, gittikçe kentli gibi davranan bir kırsal alan var ama yaşadığı ortam kentin olanaklarına sahip değil. “Kırsal krizden yeteri kadar etkilenmiyor” deniyor. Ekmek fiyatından, dışardan aldığı etin fiyatından nasıl etkilenmiyor? Geçmişteki gibi değil ki kendi üretmiyor satın alıyor. Kriz olmadığı söylemi giderek kırsaldan uzaklaşmanın sonucu. Esas olarak değişimi ararken de hem muhalefet ve hem de sol kırsalla yeniden ilişki kurma çabasına girmediği sürece değişim sürecinin de yaşanacağına inanmıyorum.

Köylerin statüsünün değiştirilerek kırsal mahalle olması kırda yaşamı nasıl etkiledi?
Esas olarak Büyükşehir Yasasıyla birlikte köylerin mahalle haline dönüştürülmeleri kentliler gibi geçmişte olmadığı biçimde köylülerin de hayatlarını imar, su, elektrik kullanımı açısından değiştirdi ve hatta köylüler mahallede, kendi evinde bile tavuk vs hayvanlarını yetiştiremeyecek durum içerisinde yaşayacaklar. Bunun tam etkileri de orada tam görülmüş değil. Büyükşehir Yasası çıkarken köylerin tüzel kişilikleri kaldırılırken, köylerin malvarlıkları ellerinden alınırken sesinizi çıkartmayıp ona karşı mücadele etmediğiniz noktada kırsaldan farklı bir şey beklemeniz de mümkün değil. Bu yasa sadece tarımsal üretim açısından etkilemedi aslında. Aynı zamanda kırsalın, köylerin yapısını değiştirdi. Oradaki okulları kapattı, merkezî okullara dönüştürdü, taşımalı eğitime başladı. Sağlık ocaklarını kapattı. Böyle bir şeyi yaparken oraya memur olarak atanan yalnızca imamlar oldu. Böyle bir ilişki kurulmaya başlandı. Köy tüzel kişiliklerinin kaldırılması köyün yapısını bozdu. Gençler artık köyde üretemediği için tarımla uğraşanların ve köyde yaşayanların yaş ortalamaları arttı. Kırsal bir altüst yaşadı. Uygulanan neoliberal politikalarla Cumhuriyet tarihinin belki de en büyük göçü yaşandı. Sizin kentleriniz acayip şekilde ve çok hızlı büyüyorsa bilin ki kırsal boşalıyor demektir. 

Kılıçdaroğlu’nun söyleminde dikkat çeken bir nokta da “ayda 500 lira verdiğinizde zaten harcayacak yer yok, köyde nerede harcayacak para?” diye sorması. Gerçekten 500 lirayı harcayacak yer yok mu?
Yukarıda buna zaten cevap vermiştim. Yani köylülerin kültürü değiştiği sürece ihtiyaçları da farklılaşıyor ve dışarıya daha bağımlı hale geliyorlar. Benim ilgimi çeken mesela köy bakkaliyesi vardı eskiden. Ama artık köy bakkaliyesinin tabelasının üstünde bile AVM yazıyor. Oradaki ihtiyaçlar değiştiği için 500 lirayı herhalde rahatça harcar diye düşünüyorum. Ama kırsala yeniden, köylerin yapısı bozulmadan, tüm bu hizmetlerin gitmesi gerekiyor. Köy okulları, sağlık ocakları, köylülere tarımsal bilgi desteği verecek, zirai mücadele kurumların buralarda yeniden kurulması gerek.