Gene bir festival geldi çattı. Hem de onca sevdiğim festival arasındaki en kıymetlim, İstanbul Film Festivali. İKSV şemsiyesi altındaki bütün festivallerin anası olan İstanbul Müzik Festivali’nin programına kıyıdan köşeden sıkıştığı ilk yıllardan beri izlediğim için belki de. Oysa yaşım, İstanbul’da düzenlenen bütün festivalleri ta başından beri izlemeye müsait.
Bir köşe yazısında festivali özetlemek, vuruş sayısı olarak mümkün değil. Zaten program her yerde çıktı, katalog ise sinemalarda satılıyor. En iyisi, kıyıdan köşeden dokunmak. Önce yerlilerle başlayalım. “Türk Klasikleri Yeniden” bölümünde bu yıl senaryosunu (hapisteki) Yılmaz Güney’in yazdığı ve Zeki Ökten’in yönettiği 1978 yapımı Sürü var. Sinemamızın en iyi filmlerinden biri restore edilmiş kopyasıyla beyazperdede karşımızda. Görmeyenler bu fırsatı kaçırmasın. Ulusal yarışmaya gelince, Festival’in bu yıl ilk kez Kısa Film kategorisinde de ödül vermesi çok sevindirici. Kısa filmlere hoş geldiniz diyoruz. Bir de, Yeni Türk Sineması’nı yok saymayın derim.

Yıllardır bu programlarda bana en çok “Anılarına” ve “Yıllara Meydan Okuyanlar” bölümleri dokunur. Yılın kayıpları, birer filmleriyle anılıyor. İki tanesine dikkatinizi çekmek isterim: Christopher Lee müthiş filmi “Gizemli Ada/The Wicker Man” ile; Ettore Scola da, 1920 ile 1950 arasında Fransa’daki bir balo salonunun hikâyesini diyalogsuz olarak anlatan, belki yirmi kez izlediğim “Balo/Le Bal” ile anılıyor. “Yıllara Meydan Okuyanlar”da ise, çok sevdiğim yönetmenler var. İnsanın içi titriyor doğrusu. Marco Bellochio (Kendi Kanım), Otar İosseliani (görmeyi çok istediğim Kış Şarkısı), eşsiz Arturo Ripstein (Acı Sokağı), Alexander Sokurov (Francofonia), güçbela seçtiklerim.

Yılın yeni bölümlerinden biri “Gömülü Hazineler”, yani az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş filmler. Alkan Avcıoğlu’nun küratörlüğündeki bölümde dört film var. Bunlardan birinin, Jacques Rivette imzalı “Out 1: Spectre”in 12 saatlik kopyası hafta sonunda Fransız Kültür’de oynadı bitti. Ama yönetmenin kendisinin kurguladığı, kestiği kısa versiyonu (4,5 saat) Festival’de gösterilecek. Bir başka ilginç bölüm de Burak Çevik küratörlüğünde hazırlanan “Işığın Peşinde: 70’ler Amerikan Avangard Sineması. Stan Brakhage, Jonas Mekas, Michael Snow, Robert Breer gibi yönetmenlerin filmlerini izleyeceğiz. Hem de orijinal formatlarında: 16 mm kopyalar, 16 mm projektörlerle. Mekân, İstanbul Modern. Unutulmuş iyi yönetmenlerin filmlerini görmek de ayrı bir mutluluk. Otto Preminger, böyle bir yönetmen. Ayrıca, sinemada özgürlük için mücadele etmiş bir sinemacı. Festival Preminger’i otuzuncu ölüm yıldömünde on filmiyle anıyor.

Yılın bir başka yeni bölümü ise “Musikişinas / Musician”. Bölümün sekiz filmi arasında şahsen en çok ilgimi çekenler: Ethan Hawke’un Chet Baker’ı oynadığı “Born To Be Blue”, Don Cheadle’ın Miles Davis’i oynadığı “Miles Ahead”, Spike Lee’nin yönettiği “Michael Jackson’ın Yolculuğu”. Bir de Nijer filmi “İçinde Biraz Kırmızı Olan Mavi Renkte Yağmur”. Aslında Prince’ın “Purple Rain”i onuruna yapılmış ama Nijer dilinde “mor” kelimesi yokmuş. Ne yapsınlar?

Yılın en olumlu ödülü ise, Avrupa Konseyi ortak yapım fonu Eurimages’ın bir kadın yönetmene bir sonraki projesinde kullanılmak üzere vereceği 30.000 € değerindeki ödül. İlk kez İstanbul Film Festivali’nde veriliyor ve değerlendirmeye 15 kadın yönetmenin filmleri dahil. Adını Latince “cesaret”ten Alan Audentia Ödülü için değerlendirilecek filmlerden beş tanesi Türk yönetmenlerin: Aslı Özge, Ahu Öztürk, Çiğdem Sezgin, Senem Tüzen, Görkem Yeltan. Onlara başarılar, izleyicilere iyi seyirler. Festivalci sezginize de kulak vermeyi ihmal etmeyin...