Türkiye’nin giderek artan bir hızla yuvarlanmakta olduğu uçurumun boyutları hakkında hiç kimsenin tam bir fikri yok gibi… Çünkü her yeni gelişme uçurumun çapı, derinliği hakkında daha ürpertici tahminler ve tahlillere neden oluyor.

Kesin olan bir şey var:

Demokrasi tamamen ortadan kaldırılacak!

Diyarbakır Belediye Başkanı Gültan Kışanak ile Eş Başkan Fırat Anlı’nın gözaltına alınmaları anti-demokrasi yolunda atlanmış üç adım niteliği taşıyor.

İktidardaki AKP yıllardır bir tek şeye özel vurgu yaptı, “seçilmiş olmak önemlidir” dedi. Kendileri de bu seçilmişlerin en başında geliyorlardı.

Artık onların böylesi bir unvana ihtiyaçları kalmadı. İktidar 15 Temmuz’da “Allah’ın bir lûtfu” olarak ülkeyi teslim aldı.
Bunları sıralamanın hiçbir anlamı yok.

Herkes her şeyi biliyor.

Önemli olan konu ise bütün bunlara karşı ne yapmalı?

Nasıl yapmalı?

Ne zaman yapmalı?

Zaman giderek daralıyor.

Büyük cezaevinin kapıları kapanıyor.


23 Ekim 2016 Pazar günü İstanbul Şişli Kent Kültür Merkezi’nde tarihi değerde bir toplantı yapıldı: Demokrasi İçin Birlik adlı yeni oluşum şimdiye kadar hiç denenmemiş bir yol üzerinden ilerleme çağrısı yaptı. Onu da anlatacağım ama önce minik bir noktaya temas etmek istiyorum.

Doğal(!) olarak yaygın ve baygın medya bu toplantıyı görmedi, izlemedi, yansıtmadı.

Neyse ki henüz yayın hayatına devam etme imkanı olan gazetelerimiz internet haber sitelerimiz var. Evrensel, Cumhuriyet ve BirGün bu önemli toplantıya sayfalarını açtılar. BirGün’ün değerli yazarı akademisyen gazeteci Atilla Özsever bir gün sonra sütununun tamamını bu toplantıya ayırdı.

Bu yaygın ve baygın medya görmedi diye bu toplantı yapılmamış mı sayılacak şimdi?

Yıllar önce Zonguldak’ta maden işçileri devasa bir grev çıktılar. Her gün 60 bir kişi şehir içinde yürüyüşler yapıyordu. Devrimsel bir hava esiyordu. Bazı büyük gazeteler ise ısrarla eylemi görmezden geliyorlardı. İşçiler de her bir “habersiz” bu gazetelerden birini törenle yakıyorlardı, protesto olarak.

Sonunda 4 Ocak 1990 tarihi geldi, 60 bin kişi Ankara’ya doğru yola koluydu. İşte o zaman o kör gazeteler bu eyleme birinci sayfalarının tamamını açarak olayı görmek zorunda kaldılar.

Demokrasi İçin Birlik Hareketi de Zonguldaklı işçiler gibi yola koyulduğunda hepsi göreceklerdir!

Bu hareketin en önemli özelliklerini Rıza Türmen şöyle vurguladı:

“Lidersiz, hiyerarşisiz, başkanı olmayan bir hareket!”

Oysa bu hareketin ilham kaynağı bizzat kendisinin kaleme aldığı bir yazı olmuştu. Fikir babası olarak kabul edilebilir. Ama lideri olmak gibi bir düşünceye sahip değil.

Bu da bir ilk!

Rıza Türmen son yıllarda bir hayli başarılı iş kotarmış inisiyatiflerin yolunu eksen olarak öneriyor. Hedefe yönelik eylemlilik ile pek çok farklı kurum, kişi, örgüt, parti rahatlıkla bir araya gelebildi.

Demokrasi İçin Birlik İnisiyatifinin “iktidara gelmek” gibi bir amacı bulunmuyor. Yine Rıza Türmen’in ağzından devam edelim:
“DİB hiçbir partinin karşıtı ve ya yandaşı değildir!”

Bu tabi ki birlikte mücadele çağrısının muhatabı olan siyasi partiler için bir ölçü… Demokrasiyi ortadan kaldırmak için eline geçirdiği devlet olanaklarını hiçbir gelenek ve etik kuralı dikkate almayanları kapsamıyor.

Şimdiye kadar denenmiş “birlik” çalışmaları hep tek çatı önermişti. Katılımcı yapılar kendilerini tasfiye etmeye yanaşmayınca kısa süre sonra kopmalar başladı ve sonunda birlikler dağıldı.

DİB ise böyle bir şey önermiyor. Her yapı kendi kurumsal varlığıyla DİB’e katılıp ortak eylemlerine destek verip, onu güçlendirecek.

Toplum güçlü ortak hedefler belirlendiğinde hiç tereddütsüz kitlesel olarak yerini alıyor. Bunun en önemli köşe taşlarının başında 2013 Haziran’ı yani Gezi Parkı Direnişi geliyor.

Şimdi bütün ülke için büyük bir tehdit söz konusu. Yan yana gelmeye en çok ihtiyaç olunan bir dönem. DİB böylesi koşullarda bir umut ışığı olarak yola çıktı. 23 Ekim 2016 günü Rıza Türmen nasıl bir yapı olacaklarını çok net cümlelerle açıkladı:
“Kollektif Direniş Hareketi!”