Geçen

Geçen haftaki yazımızda, uzun süredir en çok satan kitaplar listesinde yerlerini koruyan 'Metal Fırtına' ve 'Kavgam'dan söz edip, bu iki kitabın, Türkiye'nin içinden geçtiği siyasal sürece uygun yeni toplumsal formasyonla ilişkisine değineceğimizi belirtmiştik. O yazının yayınlandığı gün (6 Nisan) Trabzon'da 'yeni toplumsal formasyonun' somut tezahürüne tanık olduk. Buna 'yeni' demek ne kadar doğru, tartışılabilir. Belki tanıdık bir formasyonun, içinden geçtiğimiz sürecin çelişkilerinden beslenerek kendini yeniden üretmesinden bahsedilebilir.

KOMPLO SAPLANTISI

Umberto Eco, bir makalesinde, belirgin bir kimlikten yoksun insanlara faşizmin vadettiği yegane ayrıcalığın, "en sıradan olan şey, yani aynı ülkede doğmuş bulunmalarıdır" diyor ve ekliyor: "Milliyetçiliğin kökeni budur. Ayrıca bir ulusal kimlik sağlayabilecek olan tek şey, düşmandır." "Ur-faşist ideolojinin kökeninde, muhtemelen uluslararası nitelikte, 'bir komplo saplantısı' yatar. Sistemin yandaşları, kendilerini kuşatılmış hissetmelidir. Komployu çözmenin en kolay yolu da, yabancı düşmanlığı duygusuna başvurmaktır. Yalnız komplonun içerde de kaynağı olmalıdır: Yahudiler bu bakımdan çoğu kez en iyi hedefi oluştururlar; çünkü aynı anda hem yurtiçinde hem de yurtdışında varolmak gibi bir avantajları vardır." (Faşizm Yazıları, Ütopya Yayınları) Bahse konu "uluslararası komplo"nun adına ister AB deyin, ister ABD... Yahudilerin yanına birilerini ilave etmeniz gerekirse Kürtleri ya da Ermenileri seçmek size kalmış. Bilmem, internette her gün yüzlerce mesajda kendini ifade eden mail gruplarını izliyor musunuz? Ermenileri katlettiği için Mustafa Divanı'nca idama mahkum edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'den Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu tarafından hazırlanan Azınlık raporunu kameraların karşısında yırtan Fahrettin Yokuş'a uzanan bir 'kahramanlar' listesi var. Listenin yeni üyesi de Orhan Pamuk'un kitapları hakkında imha kararı veren Sütlüce Kaymakamı Mustafa Altınpınar.

TRAVMA TOPLUMU

Türkiye, 'kafa karıştırıcı' bir dönemden geçiyor. Yıllar içinde birikmiş çelişkiler, korkular, kapanmamış hesaplar, beklentiler, umutlar... hasılı toplumsal bilinçaltımızda her ne varsa, aynı kavşakta önümüze çıkıverdi. Geçtiğimiz günlerde üzerinde çokça tartışılan "Türkiye'nin Irak politikası yok" iddiasını hatırlarsınız... Bu iddiayı, daha ileri götürsek; Türkiye'nin karşı karşıya olduğu temel konularda iktidar blokunun bir politikası var mı, diye sorsak... Söylenenlere bakılırsa, hükümetin temel yönelimi, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliği yönünde... Sermaye sınıfı, hükümetten de hevesli... TSK için, dönüşü olmayan bir medeniyet yolu... Ama yaşananlara bakıldığında, bu temel tercihin, bir çok huzursuzluğun nedeni olduğunu da anlıyoruz. Üyesi olmakta bunca istekli göründüğümüz birliğin talepleri, bir komployla karşı karşıya olduğumuz korkusundan tutun, zengin ve küstah yabancı tarafından aşağılandığımız duygusuna kadar uzanan travmalara yol açıyor. ABD ile ilişkiler farklı mı? Düne kadar "aşiret reisi" dediğimiz Celal Talabani'nin Irak Devlet Başkanı olması, 'en yakın dostumuzdan' yediğimiz kazık olarak görülmüyor mu? Epey zamandır beklenen bu gelişmenin Türk medyasında veriliş şekli bile muktedirlerin ruh halini anlamak açısından yeterliydi: Çaresizlik içinde sineye çekmek ve içten içe derin bir teessür! Bu tablo, her ne kadar itiraf edilemese de, Türkiye'de iktidar blokunun politik bir krizin eşiğine geldiğine işaret ediyor. Unutmamakta fayda var: Tarihsel deneyimler, faşizmin yükselişinde sınıf hareketinin zayıf ve dağınık olması kadar, egemen bloğun içine düştüğü ideolojik-politik krizlerin de payı olduğunu gösteriyor. Ve bu türden kriz dönemlerinde, orta sınıfların en fazla rağbet ettiği söylem, milliyetçi, popüler ve halkçı (plebian) siyasettir. O siyasetin gideceği yer ise, Sütlüce Kaymakamı'nın kültür bakanı olduğu bir ülkedir.