Ekonomik krizle birlikte daha da görünür hale gelen bu toplumsal bunalım, bugün enflasyonu, doları düşürmek için emeğin daha da değersizleşeceği, en az kazanandan en çok vergi alınan düzenin ağırlaşacağı, ancak bu kez kolay borçlandırma gibi neoliberal korunmaların da ortadan kalkacağı, halka savaş açan bir plan kurgulanıyor.

Krizin panzehri meydanlar

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

İktidarın ağır yenilgisiyle sonuçlanan yerel seçimlerin, 20 yılı aşkındır direnen milyonlara verdiği moral ile yeni bir sürecin kapısı aralanıyor. AKP’nin ikinci parti durumuna düşmesinin ana sebebi kuşkusuz krizin faturasının açlık ve yoksulluk altındaki milyonlara kesildiği, birçok tarikat ve cemaat eliyle İslamcı gericiliğin ülkeyi kuşattığı tek adam rejimi. Buna benzer bir tablo, rejim dönüşümünün henüz ikinci yılında 2019 seçimlerinde de yaşanmış, ancak sonraki süreç muhalefetin kendi iç krizi, emperyalizm ve sermayenin saraydan yana tavrı ile 2023 seçimlerine yansıtılamamıştı. Bugün, saray rejiminin iktidarını sürdürürken halktaki karşılığının giderek zayıfladığı bir siyasal ortamda, 5 yıldır etkilerini en ağır şekilde yaşadığımız ekonomi yönetiminin keskin virajının eşiğinde yeni bir döneme giriyoruz.  

İktidar, bu yeni virajı aslında yerel seçimlere kadar bile erteleyemedi. Seçimler öncesi artık alışılagelmiş olan, bir nevi sarayın halka “ulufe dağıtımına” çevrilen asgari ücrete ve emekliye zam dahi istenilen oranlarda olmadı. Erdoğan meydanlarda neden emeklilere asgari ücret seviyesinde maaş veremeyeceklerini açıklamaya çalışırken, açıklanan rakamla emekli maaşı artık hak edilmiş bir maaş olmaktan çıkarıldı. Bunun karşılığı, AKP’yi tarihinde ilk kez ikinci parti konumuna sürüklerken, ittifak içinde de çatlaklara sebep oldu. 

Seçimlerin bitişi ile krizin yükünü “tabana yayma” stratejisi de hızlandı. Kredi ve kredi kartı aylık faizleri arıtıldı, enerjide ulaşımda, KDV’de yeni zamlar hazırlanıyor. Geçtiğimiz beş yılda liranın değer kaybettiği, hayat pahalılığının artırıldığı süreçte, kredi ve kredi kartı musluğu açtırılarak, emekçileri borçlandırma yoluyla krizin etkisi yumuşatılmaya çalışıldı. Devletin düzenleyici, denetleyici bir aktör olmadığı neoliberal ekonomi yönetimi ve neredeyse haftalık-aylık olarak market fiyatlarının güncellendiği enflasyonda, yaratılan panik, sağlanan borçlandırma kolaylığı ile en çok kira ve ev fiyatlarını vurdu, devasa bir barınma sorunu yarattı. 

Bugün ise ekonomide kemer sıkma politikaları yine yurttaşın alım gücüne, en temel, kamusal haklarına saldırı ile sürdürülmek isteniyor. Devlet yönetimi şatafatla, sermaye vergi indirimleriyle ödüllendirilirken, yurttaşın sırtına daha fazla vergi yükü bindiriliyor. Pandemiden beri tüm ekonomik sorunların ilacı olan pahalılığın kısa vadede çözülmeyeceğini Şimşek ve şürekâsı bile itiraf ediyor. Dolayısıyla ekonomide daralma ve küçülme stratejisinin önümüzdeki süreçte karşılığı daha fazla yoksullaşma, en temel ihtiyaçların lüks olarak kalacağı ve bu kez borçlanarak dahi ulaşılamayacağı, gelir uçurumunun kristalize olacağı bir süreç. 

Yurttaş değil sömürü rejimi 

Türkiye, 12 Eylül darbesi sonrası neoliberal sisteme zorla entegre edilerek, cumhuriyetin kuruluşundan geriye kalmış tüm denge unsuru kurumların çözüldüğü, kamusal hakların piyasanın insafına bırakıldığı bir sürecin içerisine sokuldu. Bu dönüşüm sürecinin en önemli yürütücüsü de AKP iktidarı oldu. Özelleştirmelerle üç kuruşa peşkeş çekilen kamu iktisadi teşebbüsleri, içi boşaltılarak özel sektörün önü açılan eğitim, sağlık, emeklilik gibi kamusal hizmetler, yıllar içerisinde aşama aşama kaldırılan güvenceler ile birlikte AKP emek sömürüsünün ağır ve en temel haklar için bile zaruri olduğu, tüm hizmetlerin piyasanın çıkarına bırakıldığı, gelir dağılımındaki uçurumun ve servet transferlerinin rekor seviyede büyüdüğü bir ülke yarattı. Bugün Türkiye, milyonlarca insanın ancak yoğun emek sömürüsü içerisine dahil olarak hayatta kalabildiği, bunun dışında kalan nüfusun ise –örneğin çalışmayan gençler ve emeklilerin– açlıkla sınandığı bir çalışma rejimi haline geldi. Yurttaşlığın ve bu aidiyete bağlı hakların piyasa karşısında tüm varlığını yitirmesinin sonuçlarını her gün en ağır şekilde görüyoruz. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığı, çalışma yaşının halihazırda çok düşük olduğu ülkemizde, MESEM projesiyle çocuk işçiliği patronlar için ucuz emek pazarına çevirebiliyor, 14-15 yaşındaki çocuklar hiçbir denetimin olmadığı işyerlerinde, çalışmaya mecbur bırakılıyor, iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. En düşük emekli maaşı, asgari ücretin yarısına düşürülerek, on yıllarca vergi ve prim ödeyerek kazandıkları emekliliği çalınan 60 yaş üzeri nüfus, hayatta kalmak için çalışmaya devam etmek zorunda kalıyor. 

Bugün Türkiye, haftalık çalışma saatlerinin en yüksek olduğu ülkelerin arasında. Bu kadar sömürü yoğun bir çalışma hayatı, aynı zamanda dünyada örgütlülüğün de en düşük olduğu ülkelerden biri olmasıyla mümkün. Avrupa’da ücretler içerisinde asgari ücret oranının en yüksek ve belirleyici olduğu ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla Türkiye’de düzen, ucuz, güvencesiz ve esnek bir emek rejimi üzerinde duruyor.  

Halka savaş açılıyor 

Yine önce liranın değersizleştirilmesi, şimdi ise ücret baskılama ile emeğin rekor seviyelerde ucuzlaştırıldığı ülkemiz, aynı zamanda emperyalizmin emrinde sığınmacılar için bir açık hava hapishanesine çevrilerek, milyonlarca Suriyeli ve Afganistanlı da ucuz ve güvencesiz emek pazarına dahil ediliyor. 

Tüm kamusal hizmetlerin, yurttaş haklarının piyasanın çıkarına göre düzenlenmesi, en temel sağlık ve eğitim hizmetlerini de ücretlere bağımlı hale getiriyor. Dolayısıyla hem ücretlerin düşük olduğu, hem de en temel ihtiyaçların karşılanabilmesinin de doğrudan ücretlere bağlı olduğu çıkışsız bir sömürü düzeni. Üstelik hayat pahalılığının rekor seviyelere ulaştığı ekonomik krizle birlikte, tüm bu piyasa çarkları da halkın yalnızca güvenilir eğitim, sağlık ve gıdaya erişimi gibi temel hak ve ihtiyaçlarını zorlaştırmakla kalmadı, sosyal-kültürel tüm faaliyetleri bir lüks haline getirdi. Hayat pahalılığına halktan yana ve kalıcı herhangi bir müdahalenin oluşmadığı bir dönemde, gencinden yaşlısına milyonlarca insanın herhangi bir sanatsal, kültürel aktivitede bulunabilmesi veya sosyalleşebilmesi, artan gıda ve kira fiyatları karşısında tasarruf kalemi haline geldi. 22 yıllık AKP iktidarının yarattığı ekonomik düzen, yabancı sermayedarların, Türkiye burjuvazisinin ve saray eşrafının servetlerini katlarken, emeğiyle geçinen halka, yurttaşlara yaşamının tamamında çalışmaktan başka hiçbir imkânın sunulmadığı bir ülke haline geldi.  

Ekonomik krizle birlikte daha da görünür hale gelen bu toplumsal bunalım, bugün enflasyonu, doları düşürmek için emeğin daha da değersizleşeceği, en az kazanandan en çok vergi alınan düzenin ağırlaşacağı, ancak bu kez kolay borçlandırma gibi neoliberal korunmaların da ortadan kalkacağı, halka savaş açan bir plan kurgulanıyor.  

Seçimlerin işaret ettiği seçeneksizlik 

Böyle bir savaş ilanına karşı, bütünlüklü, talepkâr ve mücadeleci bir sürecin yaratılabilmesi sorumluluğu ise en başta sosyalistlere düşüyor. Yurttaşlığımızdan gelen haklarımızı, güvencelerimizi, emeğimizin hakkını gaspeden iktidardan geri alabilmek, emeğiyle geçinenin insanca yaşayabileceği şartları yaratabilmek, yaşamın tüm alanını kapsayacak bir örgütlü mücadeleden geçiyor. 

Son 1 yılda geçen iki seçim, halkın 22 yıllık neoliberal düzenden bir çıkış aradığını, ancak muhalefetin buna gerçek bir alternatif üretemediğini gösterdi. Muhalefetin yenilirken isim ve kimliklerin, kazanırken ise ucuz gıdaya erişimin konuşulması, bu çıkış arayışının kanıtı oldu. 

İktidar ise önümüzdeki seçimsiz süreci, acı reçeteyi geçirmek için bir fırsat olarak görüyor. 2019-23 arasındaki dönem nasıl (pandeminin de etkisiyle) hayat pahalılığına, yoksullaşmaya karşı emeğiyle geçinen milyonları daha kırılgan hale getirerek, devasa bir servet transferini hayata geçirdiyse, 2024 sonrası dönemde de küçülme ve daralma da geçtiğimiz süreçte servetlerine servet katan azınlığın değil daha da yoksullaşan milyonların sırtına yüklenmesi hedefleniyor.  

Bu saldırılara karşı mücadele, tüm alanlarda bütünlüklü bir hak mücadelesi ve gerçekçi bir alternatifin yükseltilmesi ile toplumsal öfkeyi gerçekçi ve belirleyici bir muhalefete dönüştürebilir. Hatırlatmak gerekir, Şimşek’in IMF’siz IMF planı, geçtiğimiz yıl iktidara “hazırlanan” muhalefetin de cebindeydi. Önümüze konan neoliberal kemer sıkma politikaları, muhalefet içerisindeki isimler tarafından alkışlarla, halkın çıkarına bir alternatifin, patronların sırtına yüklenecek bir planın tahayyül bile edilemediği bir gerçekçilikle(!) normalleştirildi. Üstelik bu plan, IMF’nin bile “Biz de bu politikayı tavsiye ederdik” diyerek övdüğü plan. Dolayısıyla bugün piyasa normalinin karşısına halkın gerçeklerini koyabilecek düzen dışı bir siyaseti ve onun öznesini inşa edebilmeyi mecbur kılıyor. 

İktidarın asimetrik vergi politikalarına, ücret baskılamasına, yalnızca halkı boğan kemer sıkma politikalarına karşı, bunu tersyüz edecek yeni bir haklar ve talepler siyasetini örgütleyebilmek, bunun öznesi ve yegâne dönüştürücü gücü olarak emeğiyle mücadele eden milyonlar ulaşabilmek sosyalistlerin bugünkü asli görevi.  

Şimşek’in programını tersyüz edelim 

Bu sorumluluğun şekillendirdiği mücadele, belirsiz bir geleceğin değil, bugünün aciliyeti içerisinde ortaya çıkıyor. Asgari ücret, vergi politikaları, yurttaşlık geliri, kamusal hizmetler, dış borçlar… Tüm bu başlıklarda halkın çıkarına politikalar üretebilme imkânı, halkın öznesi olabileceği bir siyasetin örgütlenebilmesi ile mümkün. Yatırımcıların, ihracatçıların, TÜSİAD’ın değil, emekçilerin, gençlerin, emeklilerin programını savunacak bir mücadele hattını oluşturabilmek bugünün en büyük ihtiyacı. 

■ Örneğin Şimşek’in programı gereğince temmuz zammı yapılmayacağı iddia edilen asgari ücretin derhal yoksulluk sınırının üzerine çekilmesi, hatta her 3 ayda bir gerçek enflasyon oranında artırılması ve refah payı bırakılması talebi gibi. Ya da vergilerin asgari ücretin üç aşağı beş yukarısında ücret alan milyonlara yayılmasından, KDV’nin arıtılmasındansa, asgari ücretten sıfır vergi alınmasını, yüksek gelirlerde ise yüzde 80’e çıkarılmasını savunmak gibi. 

■ Hakeza emekli maaşlarının asgari ücret seviyesine çekilmesi, bugünün en acil gerekliliklerinden biri. Ömrünü çalışarak geçirmiş milyonlarca insanı açlık ve sefalete sürükleyen ücretlerin normalleştirilmesi, emeklilik hakkının fiilen yok sayılması anlamına geliyor. Dolayısıyla asgari ücret seviyesinde emekli maaşını savunmak, emeklilik hakkını savunmak ve onlarca yılın emeğinin gaspedilmesine karşı durmak anlamına geliyor. 

■ Bir başka mücadele başlığı, piyasanın sınırsız sömürüsünün en yaşamsal hizmetler üzerindeki hâkimiyetini geriletecek düzenlemelere dair talepleri yükseltmek:  

■ Maaşların değil, elektrik, su, doğalgaz, internet gibi hizmetlerin fiyatlarının dondurulması, eğitim, sağlık ve bakım gibi toplumsal hizmetlerin eşit, parasız ve nitelikli bir biçimde kamusal olarak sağlanması için mücadele yürütmeyi, 

■ İktidarın bugüne kadar bir şirket gibi yönettiği ekonomi politikalarının yarattığı zararlara karşı yurttaşların güvence altına alınacağı; yurttaşlık gelirini, kur farkından etkilenmeyecek şekilde girdi fiyatlarının sabitlenmesini, üreticinin yararına şekilde düzenlenecek destekleme alımlarını, böyle bir mücadele hattını yükselterek kazanabiliriz. 

***

Emekçi halkın birleşik mücadelesi yolunda 1 Mayıs

Mart seçimleri adım adım çöküşe sürüklenen siyasal İslamcı faşizmin net bir yenilgisi oldu. Kazanan ise rejime kesintisiz bir biçimde direnmeyi sürdüren her koşulda yeniden ayağa kalkmayı başaran toplumun birleşik hayır iradesi, muhalefet güçlerinin mücadelesi oldu. 

Mayıs seçimleri sonrasında dağılmış ve parçalanmış muhalefete rağmen, açlığa ve sefalete sürüklenen milyonların bu rejimden kurtulma iradesiyle kazanılan başarı, çürümüş rejimin yenilmeye mahkûm olduğunun da göstergesi oldu.  

*** 

CHP bu toplumsal tepkinin sandıktaki adresi olarak kırk yıl sonra birinci parti olurken; iktidar cephesine kayan İYİP’le birlikte AKP ve MHP eskisi sağ partilerin tamam da Cumhur İttifakı’nın yenilgisinin ortağı oldular.  

Böyle bir sonuç kuşkusuz ki Mayıs seçimlerinin yarattığı karamsarlığın dağılması ve rejimin gücünün sınırlanması bakımından önemlidir. Bununla birlikte seçim sonucunun iktidarın mutlak sonu anlamına gelmediği de açıktır.  

2019 yerel seçimlerinde benzer bir yenilgi sonrasında, Cumhur ittifakı dört yıl sonrasında konulan sandıktan koltuğunu korumayı başardı. Kuşkusuz bunda emperyalizmin tercihlerinin ve muhalefet cephesinin şimdiye kadar her kritik eşikte yaptığı büyük yanlışların da etkisi çok büyük. Bu nedenle geçen bu sürecin dersleri akılda tutularak, bunları aşacak bir irade ortaya konulmadan kazanmak hiç de kolay olmadığı bilinmelidir.  

DEM’in seçim sonrasında Van’da kazanılmış olan iktidarı gaspetme girişimine karşı gösterdiği halk direnişi bu anlamda örnektir. Önümüzdeki dönemde ancak böyle mücadelelerin çoğalması durumunda iktidarın yenilgiye uğratılabileceği hep akılda tutulmalıdır.  

*** 

Mayıs 2023 seçimlerinde emperyalizmin açık desteğiyle iktidarda kalan AKP’nin 31 Mart tarihi itibariyle geriye itildiği, hamle üstünlüğü konusunda zaafa uğradığı çok açık. Ama bu üstlendiği görevden ve elindeki yol haritasından vazgeçtiği anlamına gelmez. ABD-NATO ekseninde yeni görevlerle işlevlenerek ve sermayenin sömürü politikalarını tavizsiz uygulayarak sürdürmeye çalışacağı daha şimdiden görülüyor. 

CHP ve düzen muhalefeti yerel seçimlerde yükselse de derinleşen toplumsal bunalım karşısında toplumun acil taleplerine yanıt vermekten uzak. Kaldı ki emperyalizme ve sermaye politikalarına köklü bağlılıkları iktidarın politikalarına alternatif olmanın önündeki en büyük engel olmaya devam edecek.  

*** 

Bu koşullarda toplumdaki büyüyen tepkilerin örgütlü ve birleşik bir mücadele içinde geliştirilmesi en önemli ihtiyaç olarak öne çıkıyor. Sosyalist solun seçimlerde ortaya koyduğu rekabetçi tutumlarla birlikte popülist burjuva siyasetlerine dayanan anlayışlarıyla böyle bir görevin başarılamayacağı açık.  

Parlamento eksenine sıkıştırılmış siyasetin ötesine geçilerek, tabanda güç kazanmayı ön plana alacak, bu doğrultuda her geçen gün biraz daha sefalete sürüklenen emeklisi, işçisi tüm emekçi halkla bütünleşerek; gençliğin ve kadınların yeni bir siyaset arayışına yanıt verecek devrimci inisiyatifleri, toplumsal örgütlenmeleri geliştirerek gerçekten kazanmanın yolları bulunabilir. 

*** 

Sosyalist sol hareket bu çöküşe sürüklenen rejimin karşısında toplumsal bunalımın her geçen gün derinleşerek yaratacağı büyük sorunların örgütlü bir halk muhalefetine dönüştürmeyi başaracak şekilde kendisini geliştirebildiği oranda ülkenin yakın geleceğinde söz sahibi olabilecektir.  

Toplum içinde örgütlü devrimci inisiyatiflerin reel siyaset düzlemine etkili müdahaleleri olmaksızın bu kötülük iktidarının yarattığı karanlığın ülkenin üzerinden sökülüp atılması mümkün değildir. Yarınlarımızın tarikat, cemaat, çete, mafya ve bir avuç soyguncunun ve emperyalizmin pençesinden kurtarılmasının başka yolu da yoktur.  

Şimdi toplumda bir kez daha yükselen kazanma iradesini örgütlü mücadeleye taşıyacak bir süreç için ileriye atılmanın zamanıdır. 

Şimdi bu karanlığa boyun eğmeyenlerin örgütlü devrimci hareketini yaratma yolunda; halkın yükselen talepleriyle kitlesel ve birleşik bir 1 Mayıs’ı örgütleyerek mücadeleyi geliştirme zamanıdır.  

Bugün başta emek örgütleri olmak üzere tüm emekten yana güçlerin birincil sorumluluğu 1 Mayıs’ı işçilerin, emeklilerin, tüm yurtsever emekçi halkın birleşik eylemi olarak örgütlemek olmalıdır! 

1 Mayıs meydanlarında teslim olmayan milyonların yarınlara daha güçle sahip çıkacağı bir mücadele çağrısına dönüştürerek; SOL’un parlayan yıldızını yükselterek yürüyelim.