Küçüğü büyük gösteren alet: Kılıç
Fotoğraf: UN

Napolyon, büyüklük sanrısı (grandiyöz hezeyan) yaşayan, psikiyatrik açıdan sorunlu insanların kendilerini en çok ‘sandığı’ kişi olarak bilinir. Hem popüler kültürde -özellikle fıkralarda- hem de kitle kültürü ürünlerinde -örneğin Yeşilçam komedilerinde-, akıl hastanesinden söz edilen her sahneye mutlaka bir Napolyon düşer. Günümüzde klinik psikiyatri alanında Napolyon’a pek rastlanmıyor bildiğim kadarıyla; koğuşlarda genellikle peygamber olduğunu söyleyen, kendini Atatürk ya da Churchill gibi tarihsel karakterlerle özdeşleştiren, son zamanlardaysa özellikle RTE olduğunu iddia eden büyüklük sanrılı hastalar olduğunu duymuşsunuzdur. Ama yine de Napolyon’un yeri ayrı.

Tarihsel ironi şurada ortaya çıkıyor: Aslında Napolyon da büyüklük sanrısı yaşıyordu. Yüzbaşılıktan generalliğe o kadar hızlı bir geçiş yapmıştı ki, ünlü Fransız atasözünü doğrulayan en ünlü örneğe dönüştü: “Rütbe, haysiyeti düşürür” (le grade dégradé). 1789 Fransız Devrimi’yle kazanılan cumhuriyet değerlerini korumak üzere yemin ederek birinci konsül olmasından kısa süre sonra kendini imparator ilan etti. İmparator Birinci Napolyon... Nasıl da havalı!

‘Adının birincisi’ Napolyon böylece Birinci Fransız Cumhuriyeti’ni yıktı, yeni bir monarşik düzen kurdu. Avrupa’yı, sonra Afrika ve Asya’yı imparatorluğunun bir parçası yapmaya niyetliydi; patır patır ölen insanlar ise... Eh, yumurta kırmadan omlet yapılmıyor.

Ridley Scott’ın geçen hafta gösterime giren filminde Napolyon’un büyüklük hezeyanına dair küçük bazı göstergeler var; Mısır Seferi sırasında kendini bir firavun mumyasıyla karşılaştırdığı sahne ya da taç giyme töreninde taktığı ‘Sezar tacı’ gibi... Napolyon’un askerleri canlarını vermeye ikna etmek için sık sık Austerlitz Savaşı’ndaki zaferine gönderme yaparak “Austerlitz’in cesur kahramanları” ifadesini kullanması ise, bu savaşın tıpkı yüzbaşılıktan generalliğe atlamasını sağlayan Toulon Kuşatması gibi bir psikopatolojik eşik olduğunu vurguluyor.

Filmin finalinde verilen ölü sayıları ise, güç sarhoşluğu içinde büyüklük hezeyanıyla boğuşan muktedirlerin cana verdiği zararın küçük bir bilançosunu gösteriyor, Putin-RTE-Trump-Netanyahu döneminin seyircilerine: (Sadece Fransız kayıpları) Toulon - 6.000 ölü, Marengo - 12.000 ölü, Austerlitz - 16.500 ölü, Borodino - 71.000 ölü, Waterloo - 47.000 ölü (sadece bir günde!), Rusya Seferi - 460.000 ölü...

∗∗∗

1959’da Sovyetler Birliği, New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi’ne Yevgeni Vuchetich’in yaptığı bir heykel hediye etti. BM’nin avlusunda başka pek çok yapıtla birlikte sergilenen heykelin kendisi de, adı da çok güzeldir: “Kılıçları dövüp saban demiri yapalım!” Elindeki balyozu var gücüyle diğer eliyle tuttuğu kılıca indiren bir figürü gösteren heykele yakından baktığınızda, kılıcın parçalanmaya başladığını görebilirsiniz. Kılıcı oluşturan çelik katmanları yavaşça dağılırken, büyük insanlık idealine bir adım daha yaklaşılmaktadır. SSCB/Vuchetich, heykelin anlatısını ve adını Tevrat’ın Yeşaya Kitabı’ndaki bir ayetten alıntılamıştır: “Rab uluslar arasında yargıçlık edecek / Birçok halkın arasındaki anlaşmazlıkları çözecek. / İnsanlar kılıçlarını çekiçle dövüp saban demiri / Mızraklarını bağcı bıçağı yapacaklar. / Ulus ulusa kılıç kaldırmayacak, / Savaş eğitimi yapmayacaklar artık.”

Bu nedensellik çizgisini tersine çevirdiğinizde, saban demirinden kılıç ve mızrak yapan, gözünü kan ve toprak hırsı bürümüş rezil insanlığa ulaşırsınız. Günümüzün grandiyöz muktedirlerinin tarihsel/patolojik ataları Napolyon’un izinden gittiği bir dünyada, Gazze katliamını ‘mahalle kavgası’ gibi değerlendiren BM’nin tavrına bakılırsa, bu heykelin anlatısı, anlatı olarak kalmaya mahkûmdur.