Bugün CHP Merkez yönetiminin düzenlediği çalıştayda yoksullukla mücadelede belediyelerin ortak bir strateji izlemesi gündeme gelecek. Bu strateji kültürel yoksullukla mücadeleyi de kapsayamaz mı?

Kültürel yoksulluk

Ben bu satırları yazarken, Cumhuriyet Halk Partisi Genele Başkanı Özgür Özel, MYK ve Parti Meclisi üyelerinin ve CHP’li tüm belediye başkanlarının katıldığı çalıştayın açılış konuşmasını yapıyordu. Genel Merkezin belediye başkanlarına ortak bir strateji izleme çağrısı son derece önemli. Bu stratejide yolsuzluk ve israfla mücadelenin, yönetimde liyakatin, yoksullukla mücadelede belediyelerin üstlenebileceği görevlerin temel ilkeler arasında yer alacağına kuşku yok. Acaba diyorum, bir kişi çıkıp da, yoksulluğun yalnızca ekonomik yoksulluk olmadığını, ülkemizin temel sorunlarından birinin kültürel yoksulluk olduğunu söyler mi? 

Diyeceksiniz ki, ülkede bu kadar çok sorun varken kültüre, sanata nasıl sıra gelsin? Gelmeli elbette.  Nedeni ise, kültürel gelişmesini tamamlayamamış bir toplumun çağdaş uygarlık düzeyini yakalayamayacağı gerçeği. Varsayalım ekonomimiz düzeldi (böyle bir şey ufukta görülmüyor ama, varsayalım dedik), kişi başına düşen gelir arttı; toplumsal gelişme açısından ne kadar gelişmiş oluruz? Bunun yanıtını, kültürel gelişme normlarında aramak gerekiyor. Kültür tanımlarına girmeyeceğim. Yalnızca şu alanların tümünü birden kapsadığını anımsatmakla yetineyim: bilim, sanat, mimarlık, spor, dil, din, geleneksel zanaatlar, gastronomi… Bu alanlarda dünden bugüne üretilmiş tüm maddi ve manevi değerleri içeren kültürel mirasın ve sanat disiplinlerindeki yaratıcı üretimin birbirini tamamlayan ögeler olduğunu vurgulamakta yarar var. Bütün bu alanlarda kamu kurumlarının (devlet kurumları ve yerel yönetimlerin) yapacağı çok şey var. Bu yazının sınırlarına sığmayacak kadar çok… Bu yüzden yerel yönetimlerin sanat alanlarında yapabilecekleri ile sınırlı tutacağım bu yazıdaki önerilerimi. 

Temel ilkeler 

Birinci ilke, sanatın eğlence değil eğitim aracı olduğunu kabul etmektir. Yerel yöneticilerimizden, toplumun kültürel gelişimine katkıda bulunmanın önceliklerinden biri olduğunu kabul etmelerini bekliyoruz. İnsani gelişim açısından olmazsa olmaz iki alana yatırım yapmaları gerekiyor: kültürel altyapıya yatırım ve insana yatırım. Kültürel altyapı derken, hiçbir işe yaramayan çok amaçlı kültür merkezlerini değil, sanatsal üretimin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek sanat merkezlerini kastediyorum. Tarihsel mirasın parçası olan yapıların restore edilerek sanat mekânlarına dönüştürülmesi ikili bir kazanımdır: bir yanıyla tarihsel mirasın korunması, öte yanıyla sanat etkinlikleri için elverişli mekânlar yaratılması.   

İnsana yatırım, insanımızın kültür düzeyinin ve sanat algısının yükseltilmesini amaçlar. Sanata erişimin bir insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, kent halkının sanat etkinliklerine katılımının kolaylaştırılması ve özendirilmesi yerel yönetimlerin önceliklerden biri olmalıdır. Kolaylaştırma, ucuz bilet fiyatlarından, ulaşım planlaması yapılırken sanat etkinliklerinin saatlerinin dikkate alınmasına uzanır. Ücretsiz etkinliklerin dar gelirli kitlelere destek amaçlı olduğu bir gerçek. Ama sanatın değersizleştirilmesi gibi olumsuz bir sonuç da içeriyor ne yazık ki. İçinde yaşadığımız kapitalist sistemin bir getirisi bu. Sembolik ücretlerle bilet satılması, sanatsal etkinliklerin değerli kılınması hedefi doğrultusunda yararlı olabilir. 

İnsana yatırım, bireylerin iyi birer insan, yurttaş ve hemşeri olmasını sağlar. Yani kitle eğitiminin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla kitleyi eğlendirmekten başka hedefe hizmet etmeyen ‘star’ isimlerin konserleri yerine, sanatsal nitelikleri ile öne çıkan etkinliklere destek olmak, festival, bienal gibi büyük etkinlikleri -sivil toplum kuruluşları işbirliği ile- gerçekleştirmek yerel yönetimlerin temel görevleri arasındadır. Sanat kültürünü geliştirmek, laik eğitime destek olmak demektir. Bu bağlamda sivil toplum örgütleri ile ilişkinin önemsenmesi gerekir. Bu yaklaşım, yerelin potansiyelinin değerlendirilmesine yol açarken, sanatın özgürlüğünü güvence altına alır. 

Özgür, özerk ve özgün 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in dün yerel yönetimlerin başkanlarına “Yaratıcı, ses getirici işler yapmalıyız” demesini çok önemli buluyorum. ‘Ses getiren’ derken popülerlikten öte bir şeyden söz ediyor, yerel yönetimlerin ‘yaratıcı’ projelere yönelmesi gerektiğini vurguluyordu Sayın Özel. Köy Enstitüleri projesinden yola çıkarak, kentlilerin sanat kültürünü güçlendirecek projelere yönelebilir belediyelerimiz. En azından, 7 Nisan tarihli “Kırmızı Dalga ve Sanat“ başlıklı yazımda sözünü ettiğim Şehir Tiyatroları, Sanat Sinemaları gibi kurumların hayata geçirilmesi, büyükşehirlerin kendi hinterlantlarına hizmet götürmeyi ilke edinmesi, CHP’nin Sanat Kültür Platformu bünyesinde tüm sosyal demokrat belediyelerin uygulayacağı bir sanat politikası ve stratejisi oluşturulması için vakit geçirmeden harekete geçilmesi gerekir. Bu süreçte, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışılması, yerelde (belki bölgesel düzeyde) kültür-sanat forumları oluşturulması yararlı olacaktır.     

Sanatın ihtiyaç duyduğu üç ilkeye sahip çıkılması olmazsa olmaz bir kuraldır. Sevgili Emre Kongar’ın “Özgürlük, Özerklik ve Özgünlük” olarak nitelendirdiği bu ilkeler, sanat kurumlarının özerkliğini (en azından editoryal özerkliği), sanatsal etkinliklerin niteliğini (özgünlük, yani orijinallik) içerir. Sanatın bürokrasinin çarkları arasında sıkışıp kalmaması için yaratıcı çözümler gerekir. Yerel yönetimler, her önüne gelenin sergi açabildiği, oyununu satabildiği kurumlar olmamalı. Halka ne sunduğuna dikkat etmek gerekir. Bunun için de liyakat sahibi danışmanlar, kültür yöneticilerine ihtiyacı vardır yerel yöneticilerin.  

Popüler kültürün peşine takılmak sosyal demokrat bir belediyenin işi değildir. Halk kimi istiyorsa onun konserini yaparım demek kolaycılığı yerel yöneticilerin karşısındaki en büyük tuzaklardan biridir. “Talep az” diyerek nitelikli işleri ötelemek Atatürk’ün partisine yakışmaz. Niteliksiz işler, insanımızın sanat kültürünün yükseltilmesine değil, sanat zevklerinin köreltilmesine katkıda bulunur ancak. Amatör sanatçılara verilecek destekleri de göz ardı etmeyen ama kamunun sanat etkinliklerinde niceliği değil, niteliği önemseyen bir sanat politikasına ihtiyacımız var.  

Nicelik değil, sanatsal nitelik    

Bakın ne diyor, tiyatromuzun ve sinemamızın öncüsü Muhsin Ertuğrul: “Bir kurum, topluma hizmet için devletten ya da belediyeden yardım görüyorsa, o kurumun gelir sağlamak kaygısıyla salt çok seyirci çeken yapıtlara el atmaya hakkı yoktur artık! Çünkü kamu sanat kurumları, sanat değeri bulunan yapıtları seçmek, onları oynamakla görevlidir”. Muhsin hocanın tiyatro için söylediği bu sözlerin tüm sanat dalları için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.  

Özgür Özel çalıştayın açılış konuşmasında, “Olmayan kaynağı üretmek, dayanışmayı örgütlemek” gibi önemli kavramlardan söz etti. Bu sözlerin kültür-sanat alanları için de geçerli olmasını, yerel yöneticilerin “ne yapalım paramız yok” diyerek tasarrufa sanattan başlamak kolaycılığına düşmemesini dileyelim. Devleti, sivil toplumu ve özel sermayeyi kapsayan bir çerçevede dayanışma örgütlenebilir, örgütlenmelidir. Sayın Özgür Özel, yerel yönetimlerin hizmetlerini danışma kurullarından, ölçme değerlendirme raporlarından yararlanarak, iyi örneklerden yola çıkarak gerçekleştirmesi gerektiğini vurguluyordu. Aynı ilkenin, sanat alanlarında da geçerli olması gerekir. Yani, nepotizm değil liyakat. Herkese hoş görünme kaygısı değil, halkın kültürel düzeyine katkıda bulunma kaygısı… Dün, İzmir Kitap Fuarı’nın açılışında Onur Ödülü alan Ahmet Ümit’in sözleri ile bitirelim: “Edebiyat, sanat olmazsa Türkiye karanlıktan kurtulamaz”.