Yıl sonu geldi. Her alanda (kitap, albüm, film, vb) ilgililerden en iyi bilmem kaç isim isteme zamanı… Bilmiyorum başlıktaki ‘malum’ biraz ağır mı kaçtı ama aslında benim aklımda ‘mahut’ vardı. O sanki daha da ağır. Ancak nispeten hafif bir yıl sonu geçiriyorum. Kitabı bir şekilde atlattım. Galiba vaktinde yetiştiremedim. Sinema faslı henüz alevlenmedi. Ama çok geçmez, Oscar tahminleri gelir dayanır. Kaçırdığım filmleri izleme işine bugünden başladım. Hafta içinde üç-dört tane daha izlemeye niyetliyim.

Kitaplara gelince, özellikle yerliler içinde önemli bir şey kaçırmış olma ihtimalim zayıf. Durmadan okuyorum. Ama caz albümlerinin durumu farklı. Meselâ Cazkolik’in caz listelerine sıra gelince, bir bakıyorum ki, bazı arkadaşlarımızın listelerinde dinlemediğim, bazen adını duymadığım albümler bile var. Neyse ki, bu beni sıkan, üzen bir şey değil. Hele şu liste faaliyeti bir tamamlansın, en azından bir kısmını bulup dinlemeye kararlıyım.

Ama bazılarını henüz bulamamış olmak gibi bir derdim de var. En yakın zamanda bir Lale Plak ziyareti tedavi yerine geçer diye düşünüyorum. Hepsinden birer-ikişer tane dinlemek her zaman mümkün tabii, ama hepsini birden dinlemenin zorlukları oluyor. Hepsini bulsak bile, bu sefer maddi zorluklar ortaya çıkıyor. Caz CD’leri artık 65-70 lirayı buldu da… Hoş, ne vakittir CD almaya gitmiyorum, belki daha da artmışlardır.

Listesini en son veren kişi ben olduğum için (‘Ben hepinizden büyüğüm’ kartını kullanmaya pek utanmıyorum doğrusu), bütün listelere göz attım, hatta bazı eksikleri de giderdim. Zaten o listeyi çıkarırken, diğer listelere bakarken kendimi dostlar arasında hissediyorum. Bu yıl listemde ayrı ayrı albümlerle Matthew Shipp ve William Parker var. Sanırım beşinci yıldı. Akbank Caz Festivali’nin en iyi yıllarından biriydi. O yıla mahsus olmak üzere Resim Heykel Müzesi’nde konserler vardı. Biri de, bütün festivallerin en iyi konserlerinden biri olan Matthew Shipp & William Parker konseriydi. Derken, ön sıradan kadının biri, parçanın ortasında kalktı, ön sırayı boydan boya geçti. Topuklu ayakkabılarını tıkırdatarak arkaya kadar yürüdü, çıktı gitti. Ciddi olarak dövsem mi diye düşünmüştüm. Demek o sıralar dövecek hal varmış.

‘Seymour Reads the Constitution’ ise Brad Mehldau’nun listeye katkısı. En büyük hızla en çok albümünü aldığım, tekrar-albümlerini (ikinci, üçüncü) arkadaşlara dağıttığı Mehldau’yu önce ukala sanmıştım. Ne kadar nazik biri olduğunu sonradan anladım. Cemal Reşit Rey’de Jason Redman ile konserleri layıkıyla duyurulmadığı için salonun boş kaldığını, sonra da bir yazıyla bir günde dolduğunu unutamam.

Jeremy Pelt, bana daha çok ACT hatırasıdır. Bir ara onlar da eksiksiz geliyordu, ben de eksiksiz alıyordum. ‘Noir en Rouge’, listeye hediyesi. John Scofield ise, müzisyen olarak da insan olarak da çok takdir ettiğim biridir. Grubunun önüne çıkmaya asla çalışmaz, ortak çalışmaya inanır. Onlara güler yüzle liderlik eder. Ayrıca kendi sorunlarını (bir evladı kaybetmenin acısı bile olsa), hissettirmez.

Listemdeki tek hanım olan Cecil McLorint Salvant (‘The Window’) gözümün önüne hep Sakıp Sabancı’nın terası ile birlikte geliyor. Onu ilk kez ‘live’ dinliyorduk. Bu konsere gitmeyi de, Salvant ile söyleşi yapmayı da Hakan R. Tüfekçi’ye borçluyum. Zaten söyleşiyi de o yaptı, ben yedek elemandım.

Kenny Barron, Ambrose Akinmusire, Dave Holland, kıymetlilerimdir. Ama John Coltrane’den kıymetlisi az bulunur. Impulse!’dan çıkan ‘Both Directions at Once: The Lost Album’ benim için ve caz seven herkes için yılın sürprizi oldu.
Yani, iyi listeler de olabiliyor!