Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı Sultan II. Abdülhamit 27 Ağustos 1876’dan 27 Nisan 1909’a kadar hüküm sürdü. 33 yıllık hükümdarlığında çok “faydalı işler” yaptı.

23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı Anayasası’nı ilan etti, böylece ülkeye demokrasi getireceği izlenimi verdi. Sonra anayasa yanlılarını tek tek sürgüne yolladı. 1878’de de anayasayı kaldırıp Meclis’i kapattı!

Sultan II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı ve Selanik’teki sürgün yılları üzerine son derece titiz bir araştırma yapan Turan Akıncı, “Sürgün” adlı kitabında çok özel bilgiler veriyor.

Sultan II. Abdülhamit’i hiç tanımadan onu sevenlerin çok olduğu bir dönemde böylesi çalışmaların ne kadar fayda sağlayacağı tartışılamaz.

Remzi Kitapevi’nden çıkan “Sürgün” de II. Abdülhamit’in isminde “Han” kelimesi olmadığını öğreniyoruz. 2000’lerdeki hayranları onu “muhteşem” hale getirmek amacıyla olsa gerek böyle söz etmeyi uygun gördüler:

-Sultan Abdülhamit Han Hazretleri!

Hünkâr 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etti. Aradan on ay geçtikten sonra 27 Nisan 1909’da “demokratik” biçimde saltanatına son verildi. Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Meclis kararıyla indirilen ilk padişah olma şerefine nail oldu. Yetmedi bir de Selanik’e sürgün edildi.

İşte ne olduysa bu sürgün sonrasında oldu. Sultan II. Abdülhamit’in bilinmeyen pek çok özelliği ortaya çıktı. Mesela Sultan çok hayvan sever biriydi!.. Selanik’te yerleştirildiği Allatini Köşkü’nde damak tanına uygun süt temin edilemeyince kısa süre içinde Yıldız Sarayı’ndan iyi cins beş adet inek onun yanına getirildi.

Yıldız Sarayı’nda beslediği ve çok sevdiği kedisi Pamuk da bir süre sonra Selanik’teki yaşama dahil olunca Sultan’a değişik bir mutluluk vermişti.

Sultan Selanik’te kaldığı 3,5 yıl boyunca hiç sokağa çıkmadı.

II. Abdülhamit’in İslam dininin gerekleri konusunda da esnek ilkelere sahipti. Padişah’ın özel doktoru Atıf Hüseyin Bey bir gün muayeneye geldiğinde soruyor:

-Efendim bugün nasılsınız?

-Oruçtan dolayı kendimi yorgun hissediyorum.

-Siz bugün oruçlu değilsiniz ki.

-Oruçluyum, şüpheniz mi var?

-Ama kahve içmişsiniz…

-Oruçluyum, kahve içtiğimi kim söyledi?

-Diş etlerinizde kahve telvesi var!

-Evet bugün dayanamadım orucu bozdum.

Konakta görev yapan aşçılardan biri bu konu hakkında daha radikal bilgiler veriyor:

-Bu yeni bir şey değil ki, bizim bildiğimiz on beş yıldır oruç tutmaz!

Turan Akıncı’nın kitabında öyle bilgiler yer alıyor ki, 2000’lerdeki Abdülhamitçilerin onu neden bu kadar çok sevdiğini de anlamak kolaylaşıyor:

“Yıldız Sarayında çok büyük bir israf vardı. Padişah sarayını korumakla görevli Hassa Alayı’nın ve sarayda çalışan dev kadronun masrafı padişaha aitti. Kendi sarayının askerleri çift maaş alırken, devlet memurları ve askerler üç ayda bir maaş alabiliyorlardı!”

Sultan II. Abdülhamit tahta çıkınca devlet yönetimini kökten değiştiriyor. O zamana kadar Osmanlı Devleti Babıali’den sadrazam ve nazırlar tarafından yönetiliyordu. Hünkâr Babıali’nin yetkilerini elinden alıp devleti Yıldız Sarayı’ndan yönetmeye başlıyor.

Sultanın devletten aldığı “hünkâr tahsilatı” harcamalarına yetmeyince yeni kaynaklara ihtiyaç duyuluyor. Bulunuyor da… Boş ve sahipsiz, imara müsait araziler, madenler, maden, limanlar ve rıhtımlar, gemi işletme imtiyazları, elektrik, gaz ve su dağıtım gelirleri padişah hazinesine dahil ediliyor.

Turan Akıncı yukarıdaki bilgileri sıraladıktan sonra şöyle devam ediyor:

“Saray para getiren her şeye el koyuyordu. Bütün bu işler padişah emriyle düzenlenip Emlâk-î Hümayun’a bağlanıyordu!”

Son olarak “minik” bir ayrıntıyı daha ekleyerek yazıyı tamamlayalım.

Sultan II. Abdülhamit devlete ait 1 milyon 800 bin altını kendi hazinesine aktarmıştı! Tahttan indirildikten sonra devlet eski padişahın servetine el koyarak mücevherlerini Paris’te haraç mezat satılmasını sağlamıştı.

Kitabı okuyup bitirince Sultan’ın parasal iştahına, yönetme-yürütme kabiliyetine bakarak ona atfedilen güzelleme unvanlarının tümünün yetersiz kaldığına inanıyorsunuz. Neden şu sıfat esirgenmiş, anlamak kolay değil:

-Muhteşem Abdülhamit!