SEZAR ÖLMELİ
Ne Sezarlar biter, ne de Brutuslar
Sezar Ölmeli”, eli yüzü düzgün, insancıl bir film ama akıllarda yer edecek, kafaları karıştıracak bir film de değil


Taviani Kardeşler (Paolo ve Vittorio) birlikte film yapmaya 58 yıl önce başlamışlar. Bu yazıyı okuyanların birçoğunun babası bile o tarihte doğmamış olabilir. Bugün 80 yaşının üstündeki iki kardeş 1974-1984 arasında sinemanın en parlak “auteur” yönetmenleri arasındaydılar. 1977’de Cannes’da Altın Palmiye’yle birlikte FIPRESCI ödülünü de kazanan filmleri “Babam ve Ustam” Türkiye’de o kadar iyi bilinir ve sevilirdi ki, filmi İtalyanca bilmeyenler bile orijinal ismiyle yani “Padre Padrone” diye anardı… “Babam ve Ustam” neredeyse dilimize yerleşen bir kalıp bile oldu. Sardunyalı çoban çocuğun hayatla ve babasıyla mücadelesini ve kendisini eğitmesini, İtalyan yeni gerçekçiliğine benzer bir üslupla anlatan film bizim insanlarımızdan da söz eder gibiydi ve belki de en çok bu yüzden sevmiştik onu.

Taviani Kardeşler daha dar bir kitle için “Kaos” adlı bir başyapıt daha ürettiler 1984’te. Bu filmden bazı sahneleri arada sırada seyretmek insanı kanser gibi hastalıklardan koruyabilir, benden size söylemesi. “Kaos”tan sonra Taviani’ler düşüşe geçtiler ve yıllarca kayda değer bir film yapamadılar. “Sezar Ölmeli” onların yaklaşık 30 yıldır yaptıkları en başarılı film. Bu yıl Berlin’de Altın Ayı’yı kazandı “Sezar Ölmeli”. Fakat bu filmi, mesela geçen yılın Berlin galibi “Bir Ayrılık”la karşılaştırmak Taviani’ler için iyi sonuç vermez. “Sezar Ölmeli”, eli yüzü düzgün, insancıl bir film ama akıllarda yer edecek, kafaları karıştıracak bir film de değil. İtalya’nın Roma kentindeki Rebibbia Hapishanesi’nde kalan gerçek mahkûmlara bir tiyatro oyunu sahneleme olanağı verilir. Seçmeler yapılır. Başarılı olanlar Shakespeare’in “Sezar Ölmeli” adlı oyununu sahnelerler. Filmin zayıflığı, oyuncu mahkûmları temel bazı özellikleri dışında gelişkin karakterlere dönüştürememesi. Bunu yapmaya muhtemelen hapishane koşullarında zaten olanak yoktu. Ama ne Sezar’ı ne de Brutus’u oynayan mahkûmları bile doğru dürüst tanıyamayız. Bir oyunun sahnelenmesi açısından bakacak olursak, herhalde “Sezar Ölmeli”yi baştan sona izlemek daha anlamlı olurdu. Oysa film oyunun kopuk kopuk bir sunumunu yapıyor sadece. Ama ne var: Film seyircisine azılı suçluların da insan olduğunu hatırlatıyor. Ayrıca sanatın değiştirici gücünü de gösteriyor. Bunlar da az şey değil derseniz “Sezar Ölmeli” tam size göre. Ben bunları zaten biliyordum diyorsanız da, olsun yeniden hatırlamakta zarar yok.

***

SOLUKSUZ GECE
Hırsız polis oyunu

Bu tür filmlerde hep şaşarım: Ben, ayakkabım ayağımı vursa neredeyse paralize olabilirken, film kahramanları vücutlarında kurşun delikleri, bıçak yaraları ile neler neler yaparlar!


Polis Vincent (Tomer Sisley) ve arkadaşı ,uyuşturucu satıcılarından yüklü miktarda kokain çalıyor ama işler ters gidiyor. Uyuşturucu satıcılarından biri paçayı kurtarıyor, üstelik Vincent ve arkadaşını tanımış olma ihtimali de yüksek. Bir de buna Vincent’ın arbede sırasında bıçak yarası aldığını ekleyin. Kısa süre sonra Vincent ve arkadaşının korktuğu haşlarına geliyor. Kaçan uyuşturucu satıcısı Vincent’ı tanımış ve patronuna haber vermiştir. Karısından ayrı yaşayan Vincent’a kötü haber tez ulaşır. Oğlu kayıptır. Tahmin edilebileceği üzere kaçıranlar uyuşturucu baronlarıdır. Vincent’ın oğlunu geri alabilmesi için kokaini geri getirmesi gerekecektir. Ama polis de Vincent’ın bir dolap çevirdiğinin farkına varmış ve peşine düşmüştür. Yaralı Vincent hem oğlunu kurtarmak hem de kaybettiği kokaini bulmak için bitmek tükenmek bilmez bir aksiyonun içine dalar.

Bu tür filmlerde hep şaşarım: Ben, ayakkabım ayağımı vursa neredeyse paralize olabilirken, film kahramanları vücutlarında kurşun delikleri, bıçak yaraları ile neler neler yaparlar! Vincent da kanayan yarasıyla film boyunca onlarca kişiyi dövüyor, koşuyor, tartışıyor ve sadece ama sadece kısacık anlarda yarasından dolayı acı çekiyor.
Filmin dur durak bilmeyen temposu beni seyirci olarak bile tüketti ama yarasına rağmen Vincent maşallah sonuna kadar ayakta kalmayı başardı. Bilemem, belki bu tempoyu seversiniz ama benim bu gibi filmlerde içim sıkılıyor kısa bir süre sonra. Alenen işkence denilebilecek bir sürü sahneye maruz kalıyorsunuz film boyunca. Oldukça düzgün bir adam olan Vincent’ı neyin, hangi parasal ihtiyacın ya da hangi ahlaki çöküntünün kokain hırsızlığı yapan bir polise çevirdiği sorusunun cevabını hiç alamıyorsunuz. Karısı ve oğluyla hırsızlık eylemi öncesinde neler yaşamış olduğu konusunda ancak gevşek bir tahminde bulunabiliyorsunuz. Kötü gitmiş aile hayatı Vincent’ın, bütün bildiğimiz bu kadar. Aile hayatı iyi giden film kahramanı zaten pek olmuyor. Film boyunca işkencenin yanı sıra bir sürü ırkçı muhabbette de tanıklık ediyoruz. Türkler de bu ırkçı söylemden payını alıyor. Filmin ırkçılık konusunda tavrı ne, orası da pek belli değil. Bütün gördüğümüz karakterler birer pislik olunca kim ırkçı kim değil onu da anlayamıyoruz. Aksiyon severseniz bana bakmayın, filmi sevme ihtimaliniz yüksek. Yoksa diğer filmlere bakın.