Neşeli bir dram

ZEYNEP TÜTÜNCÜ GÜNGÖR

“Dank”, “Yine de Âmin”, “Geçtiğimiz Altı Ayda Çok Şey Oldu” ve “Bizim Zamanımız” isimli eserleriyle tanıdığımız Sinem Sal’ın yeni romanı “Behice’nin Yarım Kalan İşleri”, Karakarga Yayınları’nda çıktı.

Bir anne-kızın hayatını anlatan Behice’nin Yarım Kalan İşleri’nde, kadın dayanışmasının, sorunlu aile ilişkilerinin ve genç bir kadının hayat mücadelesinin öyküsünü okuyoruz. Aslında “Behice’nin Yarım Kalan İşleri” her ne kadar ana karakterimiz Ayşe Püren’in öyküsü gibi görünse de aslında Behice’nin kendine kurduğu ve kimsenin bilmediği bir dünyaya da açılıyor. Henüz 30’lu yaşlarındaki Ayşe Püren, hemen hemen her kız çocuğu gibi annesinin korkularıyla büyütülmüş. Ayşe Püren, daha ilk satırlardan bizi kendi dünyasının içine çekiyor. Onunla seviniyor, üzülüyor hatta bazen panik ataklarına ortak oluyoruz. Hikâye Ayşe Püren’in, annesi Behice’yi kaybetmesiyle başlıyor. Onu ve abisini zor şartlar altında büyüten annesinin ölümü, Ayşe Püren’in en büyük kabusu iken gerçeğin ta kendisi hâline geliyor. Bir yandan artık hayatta korkacağı bir şey kalmadığını düşünürken diğer yandan obsesifliği nedeniyle ona türlü kaygılar bırakan annesinin yokluğunda hayatta yepyeni bir mücadeleye başlıyor.

Kitap, aynı zamanda kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, bunu yaparken de hayatı ıskalamaktan korkan, iş ve sosyal yaşantının zorluklarını iliklerine kadar hisseden gençlerin verdiği mücadeleyi de anlatıyor bize. Feminist gece yürüyüşünden toplumsal baskılara, alışılagelmiş kadın erkek ilişkilerinin bir adım ötesine çıkılmaya çalışıldığında en yakınların hatta aile bireylerinin tepkilerine, en çok da güçlü kadın olmanın zorluklarına değiniyor bu hikâye. Hayatı iki ya da hatta belki üç kişilik yaşamaya çalışan genç bir kadının mücadelesi, bize tek kişilik dramanın kolektif güçle dönüştüğü bazen eğlenceli, bazen merak uyandırıcı, bazen de dibe çökücü öyküsünü anlatıyor. 

Annesinin bir Hıdrellez günü bahçesindeki gül ağacının dibine gömdüğü dilekleri, onun ölümünden sonra gerçekleştirmek isteyen Ayşe Püren; tamamladığı her dileğin üstünü çizerken derin bir “Oh” çekiyoruz. Yaşanmamış mutlulukların, çocukluk travmalarının, kaybetme korkusunun ve bir anda ters dönen hayatların karşısında çaresizce beklemek yerine harekete geçmenin, hayatın üstüne gitmenin keyfini sürüyoruz. Annesinin dileklerini gerçekleştirdiğinde bir puzzle’ı tamamlayacağını düşünüyor Ayşe Püren. Annesinin yarım kalan işlerini tamamladıkça kendini ve annesini daha yakından tanıyor, korkularından arınıyor. 

Behice’nin Yarım Kalan İşleri’nde en dikkat çeken noktalardan biri de aile ilişkilerinin dinamikleri üzerine ortaya koyduğu gerçekler. Aslında hepimiz hayatımızda en yakından tanıdığımız kişilerin aile üyelerimiz olduğunu düşünürüz. Bu, çoğu zaman böyle olsa ya da böyle görünse de kitap, bize farklı bir gerçeğin de olabileceğini gösteriyor. Behice, gerçek hayatını kızından saklarken Ayşe Püren de annesini üzmemek adına kaygılarını ve düşüncelerini ondan gizliyor. Annesini, kendi olmakla cezalandırmamak için elinden geleni yapıyor ve hayatını bir sigara paketiymiş gibi ondan saklıyor. Hepimiz gibi.  

Annesinin korku dolu felaket senaryoları nedeniyle yüzmeyi çok geç öğrenen, iki tekerlekli bisiklet sürmeye geçmesi yıllar alan Ayşe Püren; annesi öldüğünde onu üzmemek için sakladığı ve omzuna binen tüm yüklerinden kurtuluyor adeta. Fakat hayat, bu sefer ona daha da ağır yükler getiriyor. Yaşadığı her şeye rağmen Ayşe Püren hayattan intikam almaya çalışan bir kadın olmamayı başarmış gibi görünüyor. O, intikamdan ziyade hayatı önemsiyor. Kurduğu arkadaşlıklar ve bu dünyada bırakmaya çalıştığı iz, aslında onu korkularından arınmaya çalışan, hayatı dolu dolu yaşamak isteyen ve mutlu olmayı hedefleyen biri haline getiriyor. Behice’nin yarım kalan işleri ve Ayşe Püren’in tamamlaması gerekenler listesi uzayıp giderken bize zamanın ve anın değerini bilmeyi bir kez daha hatırlatıyor…