Geçen cuma akşamı Hayat Televizyonu'nda Fatih Polat ile sunduğumuz 'Masaüstü'nün konuklarından Yeni Şafak yazarı Murat Aksoy

Geçen cuma akşamı Hayat Televizyonu'nda Fatih Polat ile sunduğumuz 'Masaüstü'nün konuklarından Yeni Şafak yazarı Murat Aksoy, Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu'dan söz ederken bir kez daha malumu ilam etti. Dedi ki mealen, "Güneydoğu'da valiler bir şekilde kentlerin seçilmiş yöneticilerine, belediye başkanlarına karşı hükümetin siyasetini uygulama görevini üstleniyorlar artık. Ak Parti hükümeti bunu yapacak valiler atıyor Bölge'ye." İki hafta önce Diyarbakır'da sivil toplum örgütlerinin yöneticilerini dinlediğimizde de, onların da bu durumdan, bu yeni-çok eski 'vilayet işlevi'nden müşteki olduklarını görmüştük. Örneğin üç seneye yakın bir süredir Diyarbakır'da ihtiyaç sahibi yurttaşlara 'sadaka konsepti'nin dışında gıda desteği sağlayan Sarmaşık Gıda Bankası'na  Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı destek Valiliğin, Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurusu üzerine durdurulmuş. 15 bin insanı etkileyecek bu kararın gerekçesi ise Sarmaşık Gıda Bankası'nın 'kamu yararına bir kuruluş olmaması'. Tabii, kamudan 'devlet ve kulun', 'hükümet ve tebanın' bir araya geldiği alanı anladıkları için onlar, bu türden sivil toplum kuruluşları onların tahayyülündeki kamunun yararına değildir. Hatta zararınadır. Hak sahibi yurttaşlık bilincini yaydıkları için. Bu bir örnekti ama önemlidir.
Bölge'de valilerin genel devlet politikasını ifa etmenin üzerinde yeni ve daha programatik, daha 'siyasi' bir işlev edinmesi Ak Parti'nin iktidarını iyice güçlendirdiği şu son birkaç yılın olgusu ama, atanmışların Kürt yurttaşların yoğun olduğu kentlerde devlet güdümlü 'sivil toplum' faaliyetlerine girişmesi yeni değil. 90'lı yılların sonunda Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan 'sevilmeye düşkün kişiliği'nin de etkisiyle kentte yeni bir 'devlet-vatandaş ilişkisi' inşa etmek için sokağa çıkmış, kısa sürede bir 'popüler kültür kahramanı'na dönüşmüştü. Önce Diyarbakır'da, sonra Türkiye'de. Bugün hala aydınlatılmamış bir suikast sonucu 2001 yılında hayatını kaybeden Okkan'ın Diyarbakır'da görev yaptığı sürece en fazla ilgilendiği şey futbol ve Diyarbakırspor olmuştu. O dönemde Diyarbakırspor Gaffar Okkan'ın şahsında devlet desteğini arkasına almış bir takım olarak spor gündeminde ligdeki başarılarının ötesinde bir yer tutuyor, medyanın yoğun ilgisine mazhar oluyordu. Devlet ve medya nezdinde durum böyleydi ama yine de, o dönemde de, yani 1999-2000'de de, Diyarbakırspor, Konya, Rize gibi kentlerde ırkçı ve faşist tezahüratlarla karşılaşıyor, ama 'devlet ağırlığı'nı taşıyan Diyarbakırspor takımı ve taraftarı bu saldırılara ancak Okkan'ın ölçülü öfkesi oranında karşılık veriyordu.
O günler geçti. Şimdi artık ne devlet o devlet, yani Kürt meselesinin çözümündeki stratejik ve taktik değişikliklerinden sonra, ne de Diyarbakırspor o Diyarbakırspor. Kürt siyasi hareketinin bütün kitlesini artık mücadele ve nötralize edilmesi gereken monoblok bir yapı olarak gören devlet, her türden 'halkla ilişkiler' çalışmasından vazgeçer, kendisini bir 'politik kamp' olarak yurttaşların karşısına konumlandırırken, Diyarbakırspor da hızla sivilleşti, devletten kopup halka eklemlendi. 90'ların sonunda sadece siyasetle yüzeysel olarak ilgilenen geleneksel futbol taraftarının desteğini alan takım, şimdi Diyarbakır halkıyla daha politik ve organik bir bağ kurmuş durumda.
Devletin sokaktaki halk ile örgütü ayrı tuttuğu iddiasını güçlendirmek için sürdürdüğü 'halkla ilişkiler' faaliyetlerine son verip yeni bir mücadele konseptine geçişinde Kürt hareketinin kitleselleşmesini bir türlü durduramamış olmasından kaynaklanan hayalkırıklığı rol oynamış olmalı. Bu yeni devlet konseptinin Kürt yurttaşların yoğun olarak yaşadığı kentlerdeki etkisini Express dergisinin 1 Mart sayısındaki söyleşisinde eski Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu şöyle anlatıyor: "Şu anki durum OHAL'den daha tehlikeli. Faili meçhuller dışında, hak ve özgürlükler konusunda 1990'lardan çok daha kötü bir ortamdayız. Yargılanan insan sayısı çok daha fazla. Cenaze törenine katıldığı için örgüt propagandasından yargılanan insanların haddi hesabı yok. 1990'larda yoktu böyle bir şey. Bugün, dağda yakalandığı için veya yardım ve yataklık ettiği için tutuklananların sayısı bir elin parmağını geçmez. Yapılan haksızlık ve adaletsizlik, Kürtlerin devletle yurttaşlık bağı kurmasını daha fazla engellemeye başladı. Üstelik, ortalama yurttaşın adalet duygusunun yıpranması, olaya siyasi ve ideolojik temelde yaklaşan örgüt elemanının duyguları ile aynı sonucu doğurmaz. Örgüt yarın öbür gün politika değiştirebilir, ama sıradan insanların bu duygularının zedelenmesi daha vahim sonuçlar yaratır. Şuna içtenlikle inanıyorum, örgütün kendisi bile çocukları kontrol etmekte zorlanıyor. Geçenlerde Fenerbahçe-Diyarbakırspor maçında, Diyarbakır hayatın her alanında yenilirken, bir de sahada yenildi. Fenerbahçe zaten burada en güçlü devlet simgesi olarak görülür. Bir anda gençler formalarıyla yüzlerini kapatıp polisi taşlamaya, Öcalan lehine slogan atmaya başladı. Bu gençliği bir biçimde kendinize bağlayabilirsiniz ama kontrol edemezsiniz."
Pazar günkü Diyarbakırspor-Bursaspor maçında ve sonrasında çıkan olaylar bir futbol kavgası değil, sıradan Diyarbakır halkının, sıradan Kürt gençlerinin devletin ve hükümetin yenilenmiş Kürt siyasetine tepkisi olarak algılanmalıdır. Evet, 'sıradan' ama işte sıradan halkın örgüt üyesi muamelesi gördüğü bir yerde 'sıradanlık' da böyle bir şey oluyor. Diyarbakırspor-Bursaspor maçındaki olaylar kısa sürede piyasa milliyetçisi spor yazarlarının yüzeysel söylemleriyle magazinleşecektir. Ne de olsa bu olaylar onların programlarına bırakılırsa daha çok 'rating' ve tiraj getirir. Ama bu olmadan önce bir kez daha baksın herkes bu olaya, bir kez daha anlamaya çalışsın ve futbola olan kitlesel ilgi üzerinden topluma anlatmaya çalışsın, nereye doğru gittiğimizi, devletin şiddet politikalarının, sivillere yönelik operasyonlarının ülke içinde nasıl bir duygusal kopuşa yol açtığını.