Başta ekonomik kriz olmak üzere bütün musibetleri pandemiye bağlıyorlar ya…

Efendim, Nasreddin Hoca bir gün o meşhur eşeğine binmeye çalışmış. Sağdan atlamış olmuyor, soldan sıçramış olmuyor. Kendi kendine “Hey gidi gençlik! Beni bir de gençliğimde göreceklerdi” diye mırıldanmış. Sonra sağına soluna bakınıp kimsenin olmadığını fark edince “Sakalından utan bari”, demiş, “ben senin gençliğini de bilirim!”

Yani biz sizlerin pandemi öncesindeki ahvalinizi de biliriz! Pandemi öncesinde İsviçre bankası Credit Suisse’nin küresel servet raporuna göre, Türkiye’de kişi başına düşen servet 2018 ve 2019 arasında yüzde 18 oranında düşmüştü. Dünyada kişi başına düşen servetin en fazla azaldığı üçüncü ülke olmuştuk. Gelir dağılımında ise 2002’de en zengin yüzde 10’luk kesimin payı yüzde 67.7 ve geri kalan yüzde 90’ın payı yüzde 32.3 iken, bu makas 2018 yılında yüzde 81.2 ve yüzde 18.8 olarak açılmıştı. Şimdi bu tablonun çok daha vahimleştiğini görmek için istatistiklere gerek var mı?

HEP ZİRVEDEYDİLER

Pandemi öncesi ahvali hatırlamak için arşivime de baktım. 2012 sonunda Mustafa Sönmez Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan 6 köşe yazısında “2012’nin Sınıfsal Bilançosu”nu çıkarmıştı. Sönmez, “Yeni” Türkiye’nin sınıflar mevzilenmesi çözümlemesine “tuzu en kuru olandan, finans sermayesinden” başlıyordu. O dönemde bankaların net kârlarını yüzde 20’ye yakın artırdıklarını, irili ufaklı bütün burjuvazinin yöneliminin ise ihracatçı-sanayici olmak yerine, özelleştirme avantası, kent rantı için yarışa katılmak olduğunu yazıyordu. Aslında finansı, sanayiyi, inşaatı ve öteki kesimleriyle de aynı holding çatısı altında yer alan ve bu çatı altında bütün bu alt kesimlerde faal olan grup şirketlerinin de bulunduğunu hatırlatıyordu: “Birinden kaybetseler diğeri ile telafi edip suyun üstünde kalan da sonunda hep bunlar.” Çünkü devlette, siyasette ve cemaatlerde ve her yerlerdeydiler ve hep zirvedeydiler.

Ve bizler de sittin senedir bu hâkim sınıflar ittifakının en zirvedeki kesimlerine, siyasette ve ekonomide boruları en fazla ötenlerine bu yüzden “oligarşi” demiyor muyuz? Ki oligarşinin toplum içindeki oranı taş çatlasa hadi yüzde 1’dir demeyelim de, çeperiyle, yani piramidin en üst kesimiyle birlikte Credit Suisse’nin raporundaki şu yüzde 10’dur diyelim! Elbette Koç, Sabancı filan hâlâ dimdik ayaktalar ama oligarşinin Saraylı yeni mensuplarını Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon diye bilmeyen kalmadı ki.

Mustafa Sönmez yazısında “Tarım alanları hızla inşaat arsasına dönüştürülüyor, kırlar hızla boşalıp kent yoksullarına her yıl yüz binler katılıyor ve Türkiye tarımının en temel ürünlerinin karşısına milyonlarca dolarlık ithalatla çıkılıyor” demişti. O yıllarda kırsal kesimdeki yoksullar tarım nüfusunun yüzde 40’ına yakındı ve şimdi kim bilir hangi noktaya geldiler.

Sönmez “AKP rejiminde hızlı bir ‘işçileşme’ (proleterleşme) sürecinden söz etmek gerekir” diyor ve ekliyordu: “Milyonlarca insan düşük ücreti, sigortasızlığı, güvencesizliği sineye çekerek işe koşuldular.” İşsizlik hep vardı ve her 3 işçiden birisi kaçak, yani sigortasız çalıştırılıyordu. İşsizlik o zaman da yaygındı ama günümüzde pandemiyle birlikte tam anlamıyla pik yaptı. Pandemi sürecinde ilaveten 4 milyona yakın kişi daha işsiz kaldı, işsiz sayısı 12 milyonu aştı. Her 3 kişiden biri borç içinde.

KİM BU BİRİLERİ?

Pandemi sonrasını ve kaybolan dolarları ise, Ozan Gündoğdu BirGün’deki haberinde yazdı: Evet, “Birileri” Merkez Bankası’nın düşük tuttuğu kurdan döviz satın almıştı. Peki, kimdi bu birileri? Verilere göre toplam banka hesaplarının binde 2’sini oluşturan milyoner hesaplar satılan rezervlerin yarısını yemiş durumdaydı!

AKP’nin varlık nedeni ve tarihsel misyonu bölgede ve ülkede bir nevi taşeronluktur, yani alt yüklenicilik/ müteahhitliktir. Bakın işte ABD patronuna taşeronluk için yine amadedir. Ayrıca Nişanyan Sözlük’te yazdığına göre müteahhit zaten “kefilli bezirgân” demektir ve müteahhit AKP hâlihazırda yaptığı taahhütleri yerine getirmektedir. Kendi kendilerine kefildirler. Bezirgânlık ise fıtratlarıdır. Taşeronlukta bir de hiyerarşi vardır. Kendisi taşeron olan AKP, kendisine de taşeronlar tutmaktadır. “The Cemaat” ile ilişkisi böyleydi. Şimdi yeni taşeronları sahnededir. Devir, ihalelerin şaşmaz kazançlısı malum müteahhitlerin ve tarikat holdinglerinin ve örgütlenmelerinin devridir.

Pardon, siz hâlâ 128 milyar doların kime verildiğini niye merak ediyorsunuz? Aman merak etmeyin, bu soruyu sormak yasak. Ve hiç merak etmeyin, cevap zaten biliniyor.