Hep merak ederim, millet olarak neden sevinme

Hep merak ederim, millet olarak neden sevinmeyi, kendimizle gurur duymayı becerenleyiz diye. Kendi ülkemizde bir kez bile müzeye gitmez, yurt'dışına çıktığımızda ayaklarımız şişene kadar müze dolaşıp, sergilenen eserlere hayranlıkla bakarız. Oysa ülkemizde çok daha güzelleri vardır. Parası olanlar, kalkıp Karayip sahillerine tatile gider ve çuval dolusu para öderler. Halbuki bizim Ege sahilleri Karayip sahillerin yanında gerçek birer cennettir.

Bu girişi Orhan Pamuk'un aldığı Nobel Edebiyat Ödülü ile düşüncelerimi anlatmak için yaptım. Neden kendi başarılarımızı kabullenmez ve kendi kendimizi kıskanırız? Yakın tarihimize bir göz atalım; Galatasaray UEFA şampiyonu oldu, rakiplerinin hepsi çok kötü durumdaydı dedik ve küçümsedik. Süper Kupa-'yı kazandılar, "çok şanslıydılar" dedik ve sevinçlerine ortak olmadık.

Fatih Terim Milan'a teknik direktör oldu, "şehir magandası, beceremez" dedik küçümsedik. Ayrıldığında ise, bir tek zil takıp oynamadığımız kaldı. Şenol Güneş yönetimindeki ulusal takımımız dünta üçüncüsü oldu, "hiç bir Avrupa takımıyla oynamadan finallere geldi" diyerek gururlanamadık. Buna karşın, Şenol Güneş'in saç stili uğraşmak medyada daha çok ilgi çekti. Süreyya Ayhan'nın başarılarını bir kenara atıp, kocası ile uğraşmayı marifet zannettik.

Sertap Erener Eurovision birincisi olduğunda, "oryantal müzikyaptı" diye burun kıvırdık. Fatih Akın'ın Duvara Karşı'sı almadık ödül bırakmadı, Kekilli'nin geçmişteki hatalarını ortaya serdik. Siyasi alandaki kıskançlığımız ise had safhadadır. Artık onları da buraya yazıp, spor yazımı iyice zıvanadan çıkartmayayım.

Orhan Pamuk'un alnının teri ve kaleminin gücü ile aldığı ödülü kötülemeye devam ediyoruz. Toplumsal kıskançlık krizimiz zirve yaptı. Bana en çok koyan da, demokrat geçinen aydınların tepkileri. Geçmişin sosyalistlerini "ırkçı/milliyetçi" tavır içinde görmeyi içime sindiremiyorum. Her alanda kendini kıskanan bir ulusuz. Bence sosyologlar bu konuyu ciddi olarak incelemeliler.

Bu yazımın ilhan kaynağı, kadim dostum ve iş ortağım Hilmi Alişanoğlu'nun bir mailidir. Mailinde demiş ki;

"Hani tuttuğunuz takım çok kötü oynar, iki pas yapamaz, rakip takım kalesinde doğru dürüst tehlike yaratamaz, fakat elle atılan bir golle galip gelir. Tatmin olmazsanız da sevinirsiniz yine de. Tuttuğunuz takım kazanmıştır. Oynadığınız oyunla değil, attığınız golle puan kazanıyorsunuz ne de olsa. Galibiyetinize tepki gösterenlere ya "O el Tanrının eliydi," şeklince ilahi bir açıklama getirirsiniz, ya golü atan için "Eline sağlık aslanım!" diye bir pankart açarsınız, ya da o kadar pervazsız değilseniz, içinizde azıcık utanma duygusu kalmışsa, olmayacağını bile bile "Federasyon maçı tekrarlasın" dersiniz sağda solda. Ama asla sevinmekten imtina etmezsiniz.

İçiniz burularak da olsa sevinirsiniz mutlaka. Aradan yıllar değil haftalar geçtikten sonra kimse oynadığınız oyunu anımsamayacak, ama tarihin sayfalarına takımızın galibiyeti kazınacaktır."

Bence Orhan Pamuk golü elle atmadı. Üstelik öyle bir röveşata ile golü attı ki çok uzun yıllar jenerik golü olarak tüm dünyada gösterilecek. Orhan Pamuk bir Türk vatandaşı olarak bu ödülü aldı, başka bir ülkeye iltica etmiş bir aydın olarak değil. Üstelik de bu topraklar üzerinde konuşulan bir dilde yazarak aldı bu ödülü. Gelin kıskançlık krizlerimizi unutup, bu güzel olayın keyfini çıkartalım, Orhan Pamuk'un haklı gururuna ortak olalım.

Not: Bu yazıyı spor sayfasına yazmamın iki nedeni var; Birincisi, verdiğim örneklerin önemli bir kısmı sporla ilgili. İkincisi ise iç sayfalarda bir köşem yok. Belki bu yazıdan sonra, Genel Yayın Yönetmenimiz bana iç sayfalardan da bir yer ayırır.