Londra, Manchester, Liverpool, Leeds, Bristol gibi sanayileşmiş kentlerde AB’de kalma oranı çok yüksek çıktı. Bu, bizdeki kimi aklı evvellerin dediği ya da sandığı gibi tüm buradaki işçilerin “liberal” ya da “AB savunucusu” olduğunu anlamına gelmiyor. AB’den sağın argümanlarıyla ayrılmanın bir tuzak olduğunun fark edildiği anlamına geliyor .

İngiltere’nin AB üyeliğinden bir referandum sonucu ayrılacak oluşunu sağ da sol da kendi zaferi gibi değerlendirdi. Hatta Avrupa’daki komünist partiler İngiltere’nin AB’den çıkışını “halkın emperyalizme bilinçli reddi” gibi değerlendirdiler. Oysa gerçek maalesef böyle değil. Britanya halkı, uğursuz bir emperyal güç olduğunu fark ettikleri için AB’yi reddetmiş değil. Komünistlerin bu sonuçta etkili olduğunu söylemek bir hayli hayalperestlik olur. Bu İngiltere sağının zaferidir.

İngiliz komünistleri 1963’ten beri çok haklı gerekçelerle AET/AB konusundaki karşıtlıklarını dile getirdiler ama bu İngiliz halkını ikna etmedi. Çünkü Britanya halkı, şaşırtıcı gelmesin, AB’den hep memnundu. Çünkü, İngiltere AB içerisinde ayrıcalıklı bir üyeydi. Bu, geleneksel İngiliz kibrine pek uygun bir konumdur. İngiltere, 1) AB içinde olmasına rağmen diğer üye ülkeler gibi avroya geçmedi, kendi para birimini korudu, 2) AB’nin önemli belgelerinden biri olan Şengen Anlaşması’na imza atmadı, dolayısıyla dileyenin herhangi bir AB üyesi ülkeden Şengen vizesi alıp İngiltere’ye gelmesini engelleme şansına kavuştu, 3) Bu kadar gevşek bağları olan bir üye olmasına rağmen AB’nin karar mekanizmalarında da ağırlığı hep oldu.

İngilizler memnundu

Bu durum kendisini Avrupa’dan farklı gören İngiliz halkı için bir övünme gerekçesiydi. AB’nin İngiltere’ye kimi yükler bindirdiği ülkeye göçmen akını başlayınca fark edilebildi ancak. İngiltere’nin AB ortak bütçesine her yıl 19 milyar sterlin (30 milyar dolar) katkıda bulunması artık ciddi bir yüke dönüştü. İşte bu, sağcı için bulunmaz bir fırsat oldu. Ülkenin içinde bulunduğu krizden asıl sorumlu olanları görmek yerine, göçmenlerin kriz kaynağı olduğunu savundu. Göçmen akışının AB’yle ilgili olduğunu, AB’den çıkılırsa göçmenlerin engelleneceğini çok ustalıkla kamuya yaymayı başardı. Özellikle AB’nin fakir üyeleri Polonya ile Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin hiçbir sınır engeline takılmadan İngiltere’ye çalışmaya gelmiş olmalarını ciddi bir sorun olarak kamunun önüne koydu. Bir tür ırkçılık olan İslamofobi’yi de AB karşıtlığında çok iyi kullandı.

Oysa AB üyesi ülkelerden işçi gelişleri üye ülkelerin işverenlerinin işine geldi her zaman. Örneğin İngiltere’yi sarsan 1983-84’teki (bizzat içinde yer aldığım) büyük maden grevi sırasında Thatcher hükümeti grevi kırmak için Fransa’dan işçi getirmişti. İngiltere’nin AB ülkelerinden aldığı yabancı işçi sayısı yılda 300 binden fazla. Hükümetin bu sayıyı 100 bine indirme çabaları var. Sağcıların yıllardır karşı oldukları göçmen/yabancı işçileri her türlü sorunun kaynağı göstererek AB karşıtlığı yapmaları bu nedenle büyük destek buldu kamuda. Sağın argümanlarını, komünistlerin, elbette benim de katıldığım, AB’nin “halkların düşmanı emperyalist” olduğu argümanından daha fazla ikna edici buldu Britanya halkı.

Komünistlerin durumu

Komünistlerin AB’nin ne olduğuna ilişkin doğru belirlemeleri İngiliz İşçi Sınıfı üzerinde de etkili olmamış görülüyor. Ergin Yıldızoğlu’nun dünkü Cumhuriyet’te belirttiği gibi Londra, Manchester, Liverpool, Leeds, Bristol gibi sanayileşmiş kentlerde AB’de kalma oranı çok yüksek çıktı. Bu, bizdeki kimi aklı evvellerin dediği ya da sandığı gibi tüm buradaki işçilerin “liberal” ya da “AB savunucusu” olduğunu anlamına gelmiyor. AB’den sağın argümanlarıyla ayrılmanın bir tuzak olduğunun fark edildiği anlamına geliyor bu. Oysa her ülkenin olduğu gibi İngiltere’nin de işçi sınıfı “pazarlık gücü”nü düşürdüğü için “göçmen işçi”ye sıcak bakmadı hiçbir zaman. Ama buna rağmen sağcıların bu konudaki söylemlerine itibar etmediğini görüyoruz. Oysa AB’de kalmanın işçi sınıfı için bir yararı yok. Bu nedenle “AB’ye Hayır” demesi beklenirdi doğal olarak. Ancak AB’den çıkıldığında, İngiltere’nin 1972 Avrupa Topluluğu Sözleşmesi’ni iptal ederek yerine kendi yasalarını, muhtemelen de sermayenin işine gelen işçi karşıtı yasaları koyacağı biliniyor. AB’den gelen işçilerin, işlerini ellerinden aldığını düşünseler bile, AB sonrası işçi karşıtı yasaların çıkması ihtimali bu kentlerdeki işçileri AB’de kalma yönünde oy kullanmaya itti.

İngiltere’de göçmen topluluklarla işçi sınıfı arasında hiçbir zaman “dostane ilişkiler” olmadı. Bunda işçi sınıfının değil, ülkede önceleri “çok yararlı” kabul edilen, zamanla göçmenleri getolaştırdığı görülen “çokkültürlülük politikası”nın etkisi var. Bu politika göçmenleri kendi içlerine kapatan bir politika. Ülkedeki göçmen topluluklar son derece kapalı topluluklar. İşçi sınıfına entegre olmaları ya da emek üretim sürecinde onun bir parçasına dönüşmeleri mümkün olmadı. Yukarıda sözünü ettiğim Büyük Maden Grevi başta olmak üzere büyük işçi eylemlerinde göçmen işçiler kitlesel olarak yer almadılar örneğin. Bulundukları ülkenin emek üretim sürecinde kendilerini “yabancı” gören göçmenlerin en büyük korkusu AB’den gelecek olan göçmenler yüzünden işlerinden olacakları korkusu oldu hep. Sağcıların, AB’den çıkmakla, üye ülkelerden işçi akışının kesileceği söylemine inanan göçmenlerin yüzde 33’ü referandumda “AB’ye hayır” dedi bu yüzden. Oysa AB sonrası hazırlanacak göçmen yasaları ülkedeki göçmen sayısını azaltmayı da hedefliyor. Bulgaristan’dan, Polonya’dan göçmen gelmesin derken kendi göçmen konumları tehlikeye düşmüş oldu böylelikle.

AB içinde kalmak, kabul edilsin edilmesin, bu bakımdan bir “garanti” idi göçmenler için de, İngiliz işçi sınıfı için de. Londra, Manchester, Liverpool, Leeds, Bristol işçileri ile göçmenlerin yüzde 70’nin AB’ye “evet” demeleri “liberal” olmalarından kaynaklanmış falan değil tabii ki. Göçmenlerin çoğunun “AB’de Kalalım” demeleri, AB sonrası süreçte kendilerine yönelik uygulamaların belirtilerini görmüş olmalarındandır. Referandumdan hemen sonra başta Londra olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde göçmenlere saldırılması, “artık kovulma zamanınız geldi” sloganlarının duvarlarda görülmesi onları haklı çıkardı.

Komünistler sürekli ikilem içinde kaldılar bazı konularda. Komünistler hem de uzun zamandır göçmen topluluklarının talepleri karşısında doğru bir politika belirleyebilmiş değiller İngiltere’de. Hepsi Indian sözcüğüyle tanımlanabilen Pakistan, Hindistan, Bangladeş asıllı göçmenlerin dini inançlarına dayalı (Yahudilerin İngiltere’deki kendi mahkemelerini örnek göstererek) “özel hukuk” talebinde bulunmaları karşısında düştükleri ikilem bunun en çarpıcı örneği. Komünistlerin “Çokkültürlülük” politikasına uygun olarak böyle bir talebin yanında olmaları, tüm eksikliklerine rağmen her yerde geçerli olan tek hukukluluk kavramına ters düşmelerine yol açtığı gibi, bu hukuk (!) çerçevesinde çokeşlilikten, töre cinayetlerinin neredeyse kültürel bir mesele gibi ele alınıp hoş görülmesine kadar kadın düşmanı tutumlara destek vermeleri demekti. Bu “özel hukuk” talebinin karşılarında olmaları durumunda da “Kraliçe’nin Yasaları”nın yanında durmuş olacaklardı. Ülke komünistleri hangi tutumun kadının yararına olduğu konusunda bir tutum alamadı.

Kim kimden kurtuldu?

Benzeri ikilem hem ülke içindeki hem de üye ülkelerden gelen/gelecek olan göçmen işçiler için de yaşandı, yaşanıyor. “AB’ye hayır” demekle üye ülkelerden göçmen işçi akışının kesilmesine de, ki sağcıların talebidir bu, “evet” demiş oldular. Oysa komünistler bir emperyalist, bir halklar düşmanı birlik olarak AB’ye karşı durmuşlardı. Ama AB’ye hayır demekle işçinin emeğini nerede sunacağı konusunda adres gösteren durumuna düştüler, niyetleri öyle olmasa da.

Tüm bunlara rağmen AB’den çıkmasına evet demek elbette yanlış değil. Ancak İngiltere AB’den çıkınca emperyalist/kapitalist olma özelliğini yitirmedi, ikincisi, İngiltere AB’den çıkınca AB parçalanacak, dağılacak değil. Çünkü İngiltere’nin AB içinde başına buyruk tutumları lider ülkeler (Almanya, Fransa) için sorun kabul ediliyordu. AB yetkilileri, İngiltere’nin iki yıllık müzakere sonucunu bile beklemeden Birlik’ten hemen çıkmasını isterken, “çıksın da bir an önce dağılalım” demiyorlardı herhalde. Çünkü İngiltere AB’den değil, AB İngiltere’den kurtulmuştu.

İngiltere-ABD İttifakı

AB dağılmayacak çünkü, yeni bir referandumla bağımsızlığına kavuşacak olan İskoçya AB’de İngiltere’den boşalan yeri dolduracak kolayca. İki yıla kalmadan göreceğiz bunu.

Brexit’in bir başka önemli sonucu da şu: AB içindeyken bile ABD’nin “Truva atı” olarak değerlendirilen İngiltere, şimdi ABD ile daha sıkı bir ittifak geliştirecek. Bunun uğursuz yansımalarını da göreceğiz yakında.

Birleşik Krallık’ın dağılması, kendisine bağlı İngiliz olmayan toplulukların bağımsızlığına yol açacağı için elbette iyi haber. Ben sıkıntıya sokacağını sanmam ama AB’yi sıkıntıya sokacak, etkisizleştirecekse bu daha da iyi.

Ne Yapılabilirdi?

İşçi Partisi’nin, en önemli milletvekillerinden, yakından tanıdığım, aynı zamanda önemli bir siyah politikacı olan Diane Abbott’un dünkü BirGün’de yer alan yazısı, en iyisi değilse bile iyi bir çözüm öneriyordu: “ “AB’nin sorunlarının çözümü kurumu topyekun terk etmekten değil, Avrupalı diğer yenilikçi partilerle birlikte çalışarak istihdam yaratmaya, sürdürülebilir büyümeye ve işçi haklarına önem veren, daha hesap verebilir, daha demokratik bir Avrupa inşa etmekten geçer”.

Bu benim bir komünist olarak güle oynaya savunduğum bir çözüm değil. Ama “AB emperyalisttir” dedikten sonra hiç çözüm önermemekten daha iyidir.

Yıldızoğlu’nun şu cümlesi durumu en iyi özetleyen cümle: “Brexit, egemen sermayenin çıkarlarına bir darbe vurunca, bu sermayeye bağımlı olan İngiliz ekonomisi de kaçınılmaz olarak önemli sarsıntılar yaşayacaktır. Bu sarsıntıların etkileri ne yazık ki Brexit diyen, en zayıf ve mağdur kesim üzerinde yoğunlaşacak”.

AB “halk düşmanı ve de emperyalist” bir kurum elbette, buna şüphe yok. Ama bu, AB’den çıkınca, çıkışın tüm ekonomik yükünü çekecek olan emekçi için hiçbir anlam ifade etmiyor. Malesef!