Türkiye’yi dünyada bir kez daha itibarsız hale getiren ve açıkça mevcut Anayasa’ya aykırı olan yüz karası “sansür(!) yasası” Meclis’ten geçti. AKP’li Cumhurbaşkanı da bekletmeden yasayı imzalayıp yürürlüğe soktu. Bundan böyle; “düşüncesini açıklayan, gerçekleri beyan eden ve iktidarı sorgulayan” yurttaşlarımızın mahkeme kapılarına gidiş hikâyelerini çokça dinleyeceğiz!

“Sosyal medyayı düzene sokacak” iddiasıyla çıkarılan bu yasa, tam tamına ve de rezil bir şekilde çağdışı sansürü getirmektedir. Üstelik mevcut Anayasa’ya da aykırıdır. Bu yasanın Meclis’te kabulünden hemen önce atanan Muhterem İnce’nin de katılımıyla, Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’ndeki (AYM) mutlak çoğunluğu tamamlandı. AYM, aynı zamanda Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanları yargılayan yüce divandır! Üyelerin, 12’si Cumhurbaşkanı ve kalan üç üyesi ise TBMM tarafından seçilir dolayısıyla tüm üyeler Erdoğan tarafından belirlenmiştir.

***

Şimdi bu yasanın can alıcı 29’uncu Maddesini CHP, AYM’ye taşıyor. Başta düşüncenin ifadesi, basın özgürlüğünün korunması ve kamunun haber alma hakkının sağlayan anayasal maddelere AYM, şimdi nasıl bakacak? Türkiye’nin anayasal düzen içinde olup olmadığı, alınacak sonuçla görülecek.

Sahi Türkiye Cumhuriyeti, AKP iktidarında hukuk devleti olarak işliyor mu? Bu sorunun cevabını önceki Adalet Bakanı Abdulhamit Gül vermiş… Bursa’da katıldığı AKP İl Başkanlığı toplantısında, demiş ki: “Türkiye’de yargıya güven azaldı. Güvenenlerin oranı yüzde 60-70’lerden, yüzde 20’lerin altına düşmüştür!”

Daha açık bir ifade ise AYM Başkanı Zühtü Arslan’a ait. Arslan: “Yargıya inancın sarsılması devletin başına gelecek en büyük felakettir. Türkiye ‘de 20 yıl önce, yargıya olan inancı kimse tartışmazdı. Ama son 20 yıldır ve özellikle FETÖ tuzaklarıyla yargı siyasallaştı ve yargıya güven azaldı.”

Yetkililer tarafından dile getirilen bu gerçekler ışığında “sansür yasası”na karşı yurttaşın hakları korunabilir mi? Siyasallaşmış yargı adaleti oluşturabilir mi? Tabii ki hayır!

***

Bugün ortaya çıkan bir gerçek şu ki; “kimlik siyasetinin yapıldığı her yerde yargı bağımsızlığını yitirmiştir!” AİHM ve AYM kararlarını tanımadığını alenen ilan eden AKP, bu anlayışıyla halkın yargıya güvenini hepten yok etmiştir.

***

Yargı ile siyaset arasındaki en kabul edilmez ilişkiyi şimdileri RTÜK sürdürüyor; kendisini mahkeme yerine koyarak iktidarın emrinde bir kurum olduğunu adeta kamuya ilan ediyor. Anayasa ve yasalara rağmen AKP’ye muhalif olan tüm medyayı susturmak görevini gizlemeden ve pervasızca sürdürüyor. Sansürün ve baskının koruyucusu, hak, hukuk ve demokrasinin karşıtı konumunda!

AKP iktidarını sorgulayanlara karşı işkencede atılan “2’nci falaka” görevinde! Asılsız bilgi veren, toplumu kin ve nefrete yönlendiren, hatta acemice de olsa algı yönlendirerek toplumun haber alma hakkını yok eden havuz medyası, RTÜK tarafından korunurken doğru haber veren, gerçekleri açıklayan tarafsız medya ağır cezalara tabi tutuluyor…

***

İlginçtir, “sansür yasası”nın yürürlüğe girmesinin ardından RTÜK; TELE1’e 1 yıl içerisinde iki kez 6112 sayılı yasa’nın 8/1/b bendindeki “dil, din, ırk ayrımı gözeterek yayın yaptığı” gerekçesiyle üç gün ekranının kapatılması cezası verdi! Gerekçe; Enver Aysever’in programında İşçi Partisi Milletvekili Sera Kadıgil’in düşüncesini açıklaması: “Diyanet bu haliyle siyasal İslamcı gereçtir…”

***

RTÜK yine AKP’ni yönlendirmesiyle karar vermiştir! Kadıgil’in ifadesi hem anayasal koruma altındadır hem de haklı bir düşüncedir. Oysa; Diyanetin hal ve hareketi, açıkladığı fetvalar, Anayasa’nın laiklik ilkesiyle, genel ahlak değerleriyle, kültürümüz ve yaşam biçimimizle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını bile istenebilir! Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını istemek de suç olmaz!

***

Sosyal Demokrat Halk Partisi’nin programı “Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalıdır” der. Bu program, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı onayıyla İçişleri Bakanlığı tarafından kabul edilmiştir. Kaldı ki Başkan Ali Erbaş, kendini “şeyhülislam” olarak görmektedir; öyle de davranmaktadır!

Anayasa’da olmayan bir kurumun ihdas edilmesi açıkça suçtur. Suç işleyenleri korudukça RTÜK de suça ortaklık etmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’yla ilgili farklı düşünceler olabilir. Bu düşünceleri RTÜK yargılayamaz. Çünkü mahkeme değildir. RTÜK, yanlı tutumu ve soyunduğu, olmayan konumuyla suç işleyen bir kuruldur. Üstelik iktidar medyasını alenen koruyan bir kurul…

***

Bu arada, Zahid Akman olayını hatırlayınca, RTÜK’ün ülkede en fazla para toplayan bir kurul olduğunu bilerek, talebimi yineliyorum. Geliri pek bilinmeyen ve denetlenemeyen bu kurulun başta başkanı olmak üzere, üyelerinin mal varlıklarını, “ama ve fakat” demeden, açıklamaları gerekiyor.

***

RTÜK, TELE1’e bu yıl içinde 20’nci cezayı veriyor. Tutarı yaklaşık 6-7 milyon TL… “Ekran karartması” ise en ağır ceza. Bir kez daha bu madde nedeniyle ekran kararırsa, yayın lisansı iptal edilebilir! İstenilen o ki, bağımsız, halk ve ülke yararına yayın yapan medya sussun, korksun! Doğruyu, gerçekleri kimse duymasın! Hırsızların, çetelerin kimlikleri bilinmesin, uyuşturucu kaçıran siyasiler tanınmasın! Yalan ve talan düzeni böyle sürsün!

***

Seçimler yaklaşıyor. Asılsız bilgi veren, halkı kandıran, algıyı yönlendirmeye çalışan yani popülizm yapan AKP’nin işi bitti. AKP’nin emriyle gerçek haber veren medyayı RTÜK bile susturamayacak! Bu biline!