Ruhun labirentlerinde bir yolculuk
Aşkın Kapısı, İkbal Bayrak, Alfa Yayınları, 2024

Irmak ADA

Gittikçe hızlanan bir çağda yaşadığımız herkes tarafından kabul edilen bir gerçek artık. İnsanların yaşamaktan ziyade hayatın akışına yetişmeye çalıştığı, gittikçe kalabalıklaşan şehirlerde kendilerine dahi yetişemedikleri, en nihayetinde aynalarda kendilerini değil de başkalarına göstermek istedikleri bir yansımayı gördükleri bir devirde hâliyle hayatımızın belirli bir noktasında bir şeylerin ruhumuzu çekiştirmeye başladığını hissediyoruz. Hani çarşının kalabalığında kendini kaybeden annesinin eteklerini çekiştirerek, “Sıkıldım, eve dönelim,” diyen somurtkan bir çocuk gibi. Ruhumuzun eteklerini çekiştiren o çocuğun sıkılma noktası elbette herkeste farklılık arz ediyor. Ancak şöyle birkaç saniye durup da “Sahi, ben ne yapıyorum?” diye düşündüğümüz anlar da hep o anlar oluyor. Kimi vakit de öyle bir katresine denk geliyor ki zamanın o birkaç saniye, kendimizi bir boşlukta süzülürken buluyoruz.

İkbal Bayrak’ın Alfa Yayınları tarafından okurla buluşturulan yeni romanı “Aşkın Kapısı”nın başkarakteri Selim de öyle bir boşluğun içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Hayatının aşkının bir anda hiçbir sebep göstermeden onu terk etmesi ve hemen ardından da en yakını bildiklerinin ihanetine uğramasıyla kendini varoluşsal bir boşluğun içinde bulan Selim, yolunu bulma ümidiyle kendi ruhunun labirentlerinde dolaşmaya başlıyor ve bu seyahat esnasında da yolu Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve Şems-i Tebrizî’nin düşüncelerinin günümüzdeki temsilcileriyle kesişiyor.

Daha önce “Aç Gözlerini Masal Bitti” ve “Kestik, Diyor Yönetmen” romanlarıyla okurun karşısına çıkmış olan İkbal Bayrak, üçüncü romanında öncekilerden farklı bir kurgu tarzı benimsiyor ve roman boyunca bir yandan Selim karakterinin hayatına dair merak oluştururken bir yandan da okura yoğun ve özenli bir çalışmanın meyvelerini ikram ediyor. Ağırlıklı olarak Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve onun ölümsüz eseri “Mesnevî”ye odaklansa da karakterler sık sık Batı felsefesinin ve edebiyatının önemli isimlerinden alıntılarla da argümanlarını destekliyorlar.

Aşkın Kapısı”, Selim’in gözlerini bir hastanede açmasıyla başlıyor. Oraya nasıl geldiğini çözmeye çalışırken, okur için de bir gizemin kapısı aralanıyor ve sabırlı okurlar için hikâyenin sonlarına doğru ilk sayfadan sorulan sorunun cevabıyla birlikte bir çember tamamlanıyor. Selim’in geçmişini anlatırken, onun kişiliğinin oluşmasına en çok tesir eden kişileri de tanıtıyor yazar. Dedesi Nevzat Bey’in her şeye bilimin ve kitapların ışığında bakan dünya görüşü ile anneannesinin öğrettiği vicdan, merhamet, iyi kalplilik, cömertlik gibi manevi değerleri bir potada eriten Selim, kendi benliğinin kayıp parçasını ancak sahip olduğunu sandığı her şeyi bir anda kaybettiğinde görebiliyor. Romanın kalanı da onun arayışına okuru da ortak ediyor.

“Aşkın Kapısı”; sevgi, inanç, sorumluluk, vicdan ve ilahi adalet gibi zorlu sınavların arka planındaki gerçeğe dair etkileyici bir hikâye. Yazar, karakterler aracılığıyla, sevginin ve inancın insan ruhunu nasıl dönüştürebileceğini gözler önüne seriyor. Selim’in içsel dönüşümü kadar onu dönüştüren kıssalar da okurlara kendi hayatları üzerine düşünme fırsatı veriyor. Kitap, bize modern dünyanın karmaşasında unuttuğumuz temel değerleri hatırlatıyor.