Henrik Ibsen’ın kaleme aldığı Bir Halk Düşmanı oyunu ile seyirciyle buluşan usta sanatçı Rutkay Aziz, “Hırsızlığın neredeyse primlendiği bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bu ülke bunu hak etmiyor. Yaşadığımız sürece kavgamız sürecek” dedi

Rutkay Aziz, BirGün'e konuştu: Hırsızlığın primlendiği bir Türkiye acı veriyor

Işıl Çalışkan

Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen’ın bundan 141 yıl önce kaleme aldığı Bir Halk Düşmanı usta sanatçı Rutkay Aziz tarafından sahneleniyor. Adeta günümüzü anlatan bu oyun çevre kirliliği konusunda yazılmış ilk tiyatro eseri olma özelliği taşıyor. 

Oyun, bir biliminsanı ve aydının yalnız kalmak pahasına gerçekleri savunmak için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Rutkay Aziz’e Özcan Alpar, Levend Yılmaz, Ebru Saçar, Öykü Eraslan, Mehmet Küçükgünaydın, Lütfi Can Bulut, Enes Sari, Sertaç Sayın, Hüseyin Demir, Emre Boyuneğmez ve Hüseyin Uçurtma gibi isimler eşlik ediyor. Usta oyuncu ile BirGün TV için bir araya geldik hem oyununu hem de çevre kirliliği konusunda ülkenin geldiği noktayı konuştuk. 

Oyun mücadelenin sürmesi gerektiğini hatırlatıyor. Özellikle gençler için bu vurgu çok önemliydi. Çevre kirliliği konusunda yazılmış ilk tiyatro eseri. Bu oyunun bugün sahnelemeyi neden önemli buldunuz?
Oyunun hemen hemen her sahnesi hem ülkeme hem dünyaya bir şeyler söylüyor. Ve yazar Ibsen bunu 1882 yılında yazıyor. Duyarlılığını ve öngörüsünü düşünün. 

Ben bunu iki kez 1986 yılında Ankara Sanat’ta sahneledim. 1986 yılında bu yoruma gitmemiştim açıkçası. Çünkü 1986’nın dünyası ve Türkiyesi çok farklıydı. O zaman oyunda çevre emekçisi olarak kullandığımız arkadaşlar yerine basın işçilerini kullanıyordum. Ama bu oyunda çevre duyarlılığı ön planda. Türkiyemiz bunun acısını ciddi biçimde yaşıyor, hemen hemen her yerde. Onun için oyunun sonunda “Suyuma, toprağıma, ormanıma dokunma!” pankartı asıldığında da seyirci çok duygulanıyor. 

Zaten ben yaklaşık 50 yıldır toplumcu gerçekçi düşünceye dayalı olarak ilerici ve devrimci tiyatronun içerisinde olmayı seçtim. İyi ki de seçmişim diyorum. Bugün de onu sürdürüyorum. Aslında biz bunu zaten sürdürdük, şimdi de Perdeci Oyuncuları olarak Taner ile Ümit ile Metin Deniz ile kurduğumuz bu tiyatroda 1984, Memleketimden İnsan Manzaraları, Adalet Sizsiniz, Güneyli Bayan ve Bir Halk Düşmanı ile de bu çizgiyi korumaya çalışıyoruz. Onun için sordukları zaman, “Ben tiyatro yapmıyorum, ben ilerici devrimci tiyatro yapıyorum” diyorum. Arada çok ciddi fark var. 
Muhalefetin tiyatrosu olmayı seçtiğinize göre buna özen göstereceksiniz, bunun başka çıkarı yok. Bedelleri oluyor tabii. 

Gerçekleri sahneye yansıttığınız için bedel ödemeniz ne acı. Nasıl bedeller ödediniz?
Ankara Sanat Tiyatrosu’na çıktığımızda üç defa yasaklandık, kapatıldık, tehdit edildik, bomba ihbarı aldık. Ama hayata devam ettik. Bir yönetici olarak işin başındaki adamdım, illegal bir duruma girmemeye özen gösterdim. “Tiyatro yaparak yasaklanalım, başka bir şey yaparak yasaklanmayalım” dedim hep. Yoksa bizi 13 Eylül’de kapatırlardı. Aradılar ama hiçbir şey bulamadılar. Oyunumdan dolayı kapattılar, ben bu benim onurumdur. 

Oyuna dönecek olursak. Yazılışının üzerinden 141 yıl geçmiş ama günümüz Türkiye’sinden hiçbir farkı yoktu. Bugün Akbelen Ormanları’nda da büyük bir kıyım yaşanıyor örneğin.
Son derece acı çekiyoruz, üzülüyoruz. Anımsayacaksınız oyun “Dünyadaki en güçlü kuvvetli insan özgür ve direnen insandır” diye biter. Orada direnen dedeler, nineler direniyorlar. Büyük bir saygı duyuyorum. Yanlarına gidemediğim için de üzülüyorum. Turne olsun gideceğim tabii ki, onların bu tür bir kucaklaşmaya ihtiyaçları var. Yeterince sahipleniyor muyuz, o da tartışmalı. 

TOPLUMSAL DEĞİŞİME İNANMAMIZ GEREKİYOR

Kıyım yaşanırken bir yandan da mücadele eden kıymetli insanlar var. Gezi Direnişi de bunun bir örneğini gördük. Umut hâlâ var değil mi?
En son umut ölüyor. Dostlarımız acı çekiyor, rehin tutulan dostlarımız var hapishanelerde. Osman Kavala olsun, Selahattin Demirtaş olsun, Can Atalay olsun. Bunlar acı çekiyor ama direniyorlar ve umutlular. En kısa zamanda özgürlüklerine kavuşacaklarına inanıyorum. Toplumsal değişim ve gelişmeye de inanmamız gerekiyor. Umudumuz orada yatıyor. Asla mücadeleden vazgeçmeyi kabul edemiyorum. Söylerken üzülüyorum ama 12 Mart ve 12 Eylül’ü buram buram yaşadım. Bu kadar dönek görmedim. Sol kesim de dahil buna. Selamı kesiyorsunuz dost bildiğiniz insanlardan, kesmeniz de gerekiyor açıkçası. 

Size bunu düşündüren ne oldu?
Ummadığınız insanlardan ummadığınız şeylere tanık olabiliyorsunuz. Çıkar için her şeyi yapabiliyor insanlar. Hıfzı Topuz’un cenazesinde duygularımı dile getirmemi istediler. Hıfzı Topuz, Nâzım Hikmet Vakfı’nın kurucusuydu, danışmanıydı, her şeyiydi ve 101 yaşındaydı. “Bu yaşına kadar ilkeli, onurlu, namuslu dürüst ve ahlaklı yaşadı” dedim. Asıl önemli olan bu. Bu toprakların böyle değerlere ihtiyacı var. “Umudum var mı? Pek yok, ama olmak zorunda” dedim, çıktım gittim. Bu çok önemli. Bu değerlerimizi kaybettik. Cumhuriyet’i korumak açısından da bu değerlere sahip çıkmak zorundayız. Her gün bizi şaşırtan birtakım kararlar alınıyor. Eğitim politikası ortada, yerlerde. Çok sayıda gencimiz ve doktorlarımız ABD’ye ve Avrupa’ya gitmiş. Her alanda birtakım değerleri yitiriyoruz. Düşünen insana acı veriyor bunlar. Herkese sosyalist olun demiyorum ama en azından namuslu bir demokrat olun. Dürüst bir demokrat olun. Hırsızlığın neredeyse primlendiği bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bu ülke bunu hak etmiyor. 

Politik tiyatro yapan sayılı isimlerdensiniz günümüzde. Sizce politik tiyatro seyircide ne kadar karşılık buluyor?
Dünyada da politik tiyatro ve sinemanın sarsıldığını gözlemliyorum. Sol çizgide tiyatroların sayısı azalıyor. Bizde de epey azaldı. Biz sokakla gelişen bir tiyatroyuz. Sokaktaki barışı kavgayı yakalamakla yükümlüyüz. Bu duyarlılığın ve politik bakış açısının izleyenlerimizde sarsıldığını hisseder gibiyim. Yayın dünyasında siz de bunu bir biçimde yaşıyorsunuzdur. 

YAŞADIĞIMIZ SÜRECE KAVGAMIZ SÜRECEK

Özellikle Genel Seçimden sonra bu daha hissedilir oldu değil mi?
Son seçim hepimizi etkiledi tabii. Ama günde kalamayız, yarınları düşünmekle yükümlüyüz. Şimdi yerel seçimler var önümüzde. Yaşadığımız sürece bu kavganın içerisinde olacağız.

Nâzım Hikmet Kültür Sanat Vakfı’nın başkanlığını yürütüyorsunuz. Nâzım Hikmet’in sizin kariyeriniz için nasıl bir önemi var?
Nâzım bizim her şeyimiz. Mustafa Kemal ve Nâzım Hikmet bizim sevdalımızdı. Nâzım’ın “Mesele esir düşmekte değil/Teslim olmamakta bütün mesele” sözü benim hep başucumdadır. Nâzım’ın eserlerini sahneleme şansı buldum. Kimileri “Nâzım çok iyi ama keşke sosyalist-komünist olmasaydı” der. Yahu öyle olduğu için iyi şair oldu. Yaşantımda tartışmasız bir yeri var. Onun aktarımına, dil kullanımına şahit olmak çok özel. Biz yönetim kurulu olarak vakfı yaşatmak konusunda kararlıyız. 30 senemizi doldurduk.