Gençliğimizde, adı Don Kişot’tu. Sonra esas adına kavuşmuş olsa gerek. Gittiğim Terry Gilliam filminde bu adı kullanıyordu. Hatta filmin de adı “Don Quixote’yi Öldüren Adam”dı. Ondan hayli farklı olan oyunun adı ise, “Don Kişot’um Ben”di

Sağım solum Don Kişot

Şu ya da bu şekilde liseyi bitirdiyseniz, yolunuz büyük ihtimalle Miguel de Cervantes’in kahramanı Don Kişot / Don Quixote’ninki ile kesişmistir. Bizim gençliğimizde, adı Don Kişot’tu. Sonra esas adına kavuşmuş olsa gerek. Gittiğim Terry Gilliam filminde bu adı kullanıyordu. Hatta filmin de adı “The Man Who Killed Don Quixote/Don Quixote’yi Öldüren Adam”dı. Ondan hayli farklı olan oyunun adı ise, “Don Kişot’um Ben”di. Mihail Bulgekov oyunlaştırmış, Emrah Eren yönetmiş. Tiyatro Festivali münasebetiyle zaten yakınlaşmıştım tiyatroya. Festivali, çok gönlüme göre olan “Pixel” ile noktaladım. Sonra da Don Kişot macerasına daldım. Güzel bir akşamdı.

Ama benim asıl maksadım, Gilliam’ın filminin macerasını anlatmak. Aslında yazımızın başlığı, “Azmin elinden bir şey kurtulmaz,” olabilirdi. Gilliam senarist, yönetmen, aktör, animatör ve çok sevdiğim İngiliz Monty Python komedi grubunun tek Amerikalı üyesidir. Yıllardır yolunu gözlediğimiz filmini nihayet izlemek nasip oldu. Cervantes’in romanını sinemaya uyarlamayı ilk kez 1989’da düşünmüş. 2000’de çekmeye başladı: Jean Rochefort, Johnny Depp’li kadrosu da etkileyiciydi ama bu girişim çok kısa sürdü. Gilliam öyle çok aksilikle karşılaştı ki, filmi efsane mertebesine yükseldi. Bu ilk girişim için “Lost in La Mancha” adlı bir belgesel bile çekildi. Gilliam sevip de bu aksilikleri bilmeyen kalmamıştır ama özetleyiverelim: diyalogları duyulmaz kılan alçaktan uçan jetler, tufanı andıran bir yağmur ve sel, Rochefort’un hastaneye yatmasına neden olan bel fıtığı. Finansal desteklerin defalarca geri çekilmesini, filmin haklarının Gilliam’dan başka her yere gitmesini saymayalım.

Başka girişimler, başka oyuncular da var elbette. Hayranı olduğum John Hurt, örneğin. Sonunda acaba Don Kişotluğa kimi layık bulacak diye endişeye kapılmıştım ki, dahiyane bir seçimle Jonathan Pryce’de karar kıldı. Eğer akıldan çıkmaz bir Terry Gilliam filmi olan “Brazil”i siz de hatırlıyorsanız, Pryce’i da hatırlarsınız. Yönetmen, baş karakteri alt düzey bürokrat Sam Lowry’yi aktöre göre yazmıştı. Don Quixote da Pryce’a cuk oturmuş. Ama kendisi o kadar iyi bir aktördür ki, oynadığı neredeyse her karakter için bunu düşünebiliriz.

İspanyol şövalyenin (burada hayallerle biraz kafayı yemiş yaşlı bir ayakkabı tamircisi) kıymetli silahtarı Sanşo Panza’da ise, Jim Jarmusch’un “Patterson”ından beri her filmini takibe aldığımız Adam Driver’ı izliyoruz. Yönetmeni de ondan çok hoşnut. Hele Driver’ın kendisi de neye uğradığını anlamadan uluslararası bir yıldız olmasına çok sevinmiş. Eh, “Yıldız Savaşları”nda oynamak insana böyle şeyler yapabiliyor. Otuz yıla yakın zamandır azimle aynı filmin peşinde koşan yaşlı yönetmenlere, bahtsız filmine kolayca destek sağladığı için “Allah ‘Yıldız Savaşları”ndan razı olsun!” dedirtebiliyor. Eski yapımcılarından Portekizli Paulo Branco’nun itirazına rağmen kapanışını yapmasına izin çıkan Cannes Filmi Festivali’nde ayağında sandaletler, sırtında yazlık gömlekle, hayatından memnun şekilde dolaşmasını sağlıyor. Doğrusu, haketti! Ayrıca, her Terry Gilliam hayranının memnun kalacağı bir film de çekmiş. Şahsen tavsiye ederim.

Oyun için de aynı şey geçerli. Ancak buradaki Sanşomuz, kısa boylu yetim bir kız. Günay Karacaoğlu’nu televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde mutlaka izlemişsinizdir. Gerçekten eşsiz bir komedyen! Yıllardır tiyatro sahnesine adım atmamış iyi aktör Ozan Güven’le tam bir uyum sağlamışlar. Nazlı Tosunoğlu ve Ömür Arpacı da “Don Kişotum Ben”in dikkati çeken diğer iki oyuncusu. Ben Baba-Sahne’de izledim. La Manchalı Adam’ın hikâyesini Bulgakov’dan naklen izlemek isteyenlere…