Ülkenin eğitimi, özellikle de temel eğitimi, bilimsellikten uzaklaştırıldıkça Köy Enstitüleri daha çok aranır oluyor. 

Yurdun her tarafında bu konuda toplantılar düzenleniyor; yazılar yazılıyor;  dahası bilimsel araştırmalar yayımlanıyor. 

Geçen Çarşamba 17 Nisan, kuruluşlarının 84. Yılı olan Köy Enstitüleri, en uygun deyimle, “Cumhuriyet değerlerinin kuramsal ve uygulamalı bütünlüğüdür”. 

Bu yazıda önce bir deneyimimden sonra da yeni yayımlanan bilimsel bir çalışmadan giderek Köy Enstitüleri eğitiminin sağlık boyutuna değineceğim. 

YAŞATMANIN MUTLULUĞU 

Öncelikle, 17 Nisan’ı neden “doğum günüm” saydığımı açıklamalıyım. 

Doğu Karadeniz’de Ardeşen ile Fındıklı arasında o zamanki adı Oce olan Yeniyol köyünde annemin anlattığına göre  1938’in “ekin” ayında  doğmuşum. Doğduğumda babam asker, okuma yazmayı orada öğrenecek, evde okur-yazar yok. Doğum tarihim, daha sonra nasılsa 2 Şubat olarak kaydedilmiş. Köydeki tek öğretmenli okuldan sonra tek gidebileceğim okul Beşikdüzü Köy Enstitüsü. Ancak bunun için yaşımın büyütülmesi gerekiyor; o zamanki ilçem Pazar’da  (1930’lara kadar adı Atina) yargıç karşısına çıktım; yaşım, yargı kararıyla bir yıl büyütüldü: şimdiki 2/2/1937 yapıldı. Ben de birkaç sınıf arkadaşımla birlikte yaya dört saat yürüdükten sonra girdiğim sınavı yedekten de olsa kazandım ve Beşikdüzü Köy Enstitüsüne parasız-yatılı okuma olanağına kavuştum;  böylelikle, çoğu yalınayak, karda-kışta çobanlık yapmaktan “kurtuldum”. 

Beşikdüzü Köy Enstitüsünde üç yıl, Çifteler Yunusemre Öğretmen Okulunda üç yıl eğitim gördükten ya da “enstitülerin ortadan kaldırılmasını” yaşadıktan sonra 1955 yazında ilkokul öğretmeni oldum. Sonrasında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi-ODTÜ İktisat Bölümü öğretim üyeliğine uzanan yol açıldı;  ben de 17 Nisan’ı doğum günüm sayıyorum. 

İlk görev yerim Fırtına Deresi’nin sol yamacında, Ardeşen’e yaklaşık 20 km uzaklıktaki Makaliskrit (şimdiki adıyla Dikkaya)  Köyüydü. Okulda kalıyordum.  Bir gece yarısı kapım çalındı; yirmili yaşlarında bir kadın ve bir erkek karşımda; kadının kucağında bir bebek var. Ağlayarak çocuğun ateşler içinde olduğunu anlattılar. Köy, Ardeşen’e yaya dört saat, araç yok, doktor yok.  Köy Enstitüsünün sağlık ders ve uygulamalarında iğne yapmayı öğrenmiştim; yanımda penisilin vardı; o yıllarda ateş düşürme onunla oluyor. Çocuğa iğne yaptım; gittiler, ertesi gün sevinç gözyaşlarıyla geldiler; çocuk kurtulmuştu.  O an duyduğum ve hiç unutamadığım mutluluk anlatılamaz. Çocuk yaşımda bir dağ köyünde bir çocuğun yaşamasını sağlamıştım. 

Dahası, o yıl okulu bitiren öğrencim Osman Kosanoğlu, Köy Enstitüsü’den dönüşen Kars-Cılavuz Öğretmen Okulunu kazandı; çok başarılı bir öğretmen oldu ve yaklaşık 400 haneli Dikkaya’dan ilkokul sonrası eğitim alan “ilk kişi” oldu; onu diğerleri izledi. 

Köy Enstitüleri işte böyle bir “olağanüstülüktü”. 

SAĞLIK EKSENİYLE… 

Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılının sonlarında çok kapsamlı bir bilimsel çalışma yayımlandı: “Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri” alt başlığı “Sağlık Eğitimiyle Canlandırılacak Köy”  Kitap,  Dr. Hilmi Uysal, Prof. Dr. Mualla Aksu ve Prof. Dr. Pakize Türkoğlu tarafından yazılmış. 448 sayfa;  Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği-YKKD-İzmir yayını. 

Köy Enstitülerinin eğitim yönü oldukça ayrıntılı araştırmalara konu olmuş olmasına karşın, bugüne dek, bu kurumların sağlık boyutu tam bir bilinmezlik içindeydi. Çalışma, o büyük boşluğu dolduruyor. 

Ülkemizde bilimsel çalışmaların AKP iktidarı tarafından iyice kurutulduğu bir dönemde bu çalışma, “bilimselliği” ile de her türlü övgüyü hak ediyor. 

Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonra yitirdiğimiz Prof. Dr. Pakize Türkoğlu, yapıtın Önsöz’ünde şöyle diyor: 

“Okurlara sunulan Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri çalışması, tarihselliği yanında güncelliğini hiç kaybetmeyen o büyük eğitim devriminin sağlık eğitimi ve sağlıkçı yetiştirme yönünde yaşanan öyküsünün araştırılmasıdır” 

SONUÇ 

Köy Enstitüleri Cumhuriyetin II. Yüzyılına nasıl taşınabilir? 

Öncelikle, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Başka Bir Tarım Okulu” adıyla Köy Enstitüleri benzeri eğitim verecek bir girişim başlatmıştı;  onun tamamlanması doğru olur. 

Ek olarak CHP’li büyükşehir belediyeleri, Köy Enstitüleri’nin  “bilim-üretim yaklaşımını” esas alan eğitim kurumları oluşturmalıdır. Geçtiğimiz hafta boyunca yapılan etkinlikler ve onlara eşlik eden “toplumsal istek” böyle bir uygulamanın nesnel olarak olanaklı olduğunu kanıtlıyor. 

CHP, 1940’ın gerçekten çok olumsuz koşullarında yaşama geçirdiği ancak “yüzüstü bıraktığı”  bu büyük atılımı günümüzün bilim çağının gelişmelerini de dikkate alarak tamamlamalıdır.