Dedi Demirtaş. Sokaklardan, evlerden, iç konuşmalardan, meydanlardan, içten içe biriken o öfkeyi hissetmeyen var mı? Yumruğunu, dişini, yüreğini sıkarak yürüyor artık insanlar.

Yukarıdan sürekli boca edilen görgüsüzlüğe, despotluğa, yalana ve “Ben dedim bitti, oldu” diyerek ağzını, dilini, elini, ayağını sağa sola sallayıp duran, kırmadık can, dökmedik gözyaşı bırakmayan, kendisinden başka gözü, kulağı hiçbir şey görmeyen, duymayan bir adama verilecek en güzel cevaptı “Seni başkan yapmayacağız” sözü.

Bu söz, onun duymak istemediği tek şey. Çünkü alışık değil karşısına çıkan cürete. Sallabaşlardan ve efendimcilerden örülmüş bir duvar var etrafında. O duvar sözle, itirazla, sokakla dövülüyor ve her gün duvarın dışındakilerin sesi daha fazla yükseliyor, daha fazla büyüyor. Sallabaşlar, o sesleri bastırmak ve onun kulağına gitmeden eritmek için, dilleri kanarcasına “Çok yaşa” diye bağırıyorlar ama dışarıdan yükselen ses bastırıyor hepsini artık. Geri dönüşü yok, istenmeyen bir adam artık o.

O bilmez ama biz söyleyelim. Memnuniyetsizlik içten içe büyür, gidişatın kokusunu önce halk alır, içinden sezdiği ama adını koyamadığı şey olursun birdenbire. Bitmeyen taleplerin, isteklerin ve hırsın, aşağıdaki huzursuzluğu daha çok tetikler. Sen bütün halkın düşmanı olursun, bütün halk senin düşmanın ve tıpkı Roma İmparatoru Caligula gibi “Keşke Roma halkının tek bir boynu olsaydı” diyerek, tek seferde boğabileceğin bir halk hayali kurarsın. Hayalin senin kâbusun olur. Çünkü halkın tek bir boynu olmaz ama var senin bir tek boynun.

Caligula demişken, söylemeden geçmeyelim. Çok benziyorsunuz birbirinize.

Caligula, kendisini herkesten ve her güçten üstün görürmüş. Çıkardığı “İhanet Kanunu” ile tüm muhaliflerini yok etmiş. “Çıkacak” diye bağırıp, çıkartılan İç Güvenlik Yasası gibi. Kendisine yöneltilen hiçbir eleştiriye tahammülü yokmuş ve herkesten, her şeyden şüphe ediyormuş, tıpkı muktedirin her önüne gelene “hain, maşa” demesi gibi.

O da yüceliğini ve büyüklüğünü göstermek için kocaman yapılar inşa ettirmiş, bizdeki Saray gibi. Büyük, kanlı arena oyunlarına düşkünmüş, tıpkı muktedirin her yere binlerce insan taşıtıp seslenmesi gibi. Tek fark siz arenada dövüş yaptıramıyorsunuz, çağ uygun değil ama kimse gıkını çıkarmasın diye savcısı, polisi, jandarması, istihbaratı, özel güvenliği, yargısı ve elbette ki “Her esnaf gerektiğinde polistir, alperendir” diyerek çağırdığınız yedek güç de dahil, parçalıyorlar insanları.

Caligula, parayı har vurup harman savururmuş, kabul edelim ki siz cimrisiniz ama servet düşkünlüğünüz aynı. Kendisinin sürekli görünür olmasını istermiş ki bu bize hiç yabancı değil. Sürekli yalan söylermiş, Kabataş en önde koşuyor ki şaşırtıcı değil elbette yine bizim için. Askeri zaferler tutkusu hiç bitmezmiş, İsrail, olmadı Suriye olmadı Rojava, olmadı Kobane, o da olmadı Şah Süleyman Türbesi ile idare ettiniz siz de. Ama olsun, en kolay zafer, çocukları öldürtüp “Emri ben verdim” demekti. Kitleler de buna ortak olmalıydı. Onlara da öldürdüğünüz çocukların analarını yuhalatarak zaferinizi ucundan paylaşmayı lütfettiniz. Roboski’de bombalarla parçalara ayırıp Kürt köylülerini, askere kutlama mesajı çekerek liderliğinizi gösterdiniz. Ve siz bunları zafer hanenize yazacak kadar zafersizdiniz.

Yazılana göre, Caligula’nın bu hastalığı, paranoya ve megalomanlığın coşkulu birlikteliğinden çıkmış. Kendi gücünün hastası olmak muhtemel ki böyle bir şey. Sonrasında halkın hafızasından silmek için adına basılan paralar tedavülden kaldırılmış, büstleri yok edilmiş.

Hafıza silinmiyor işte.

“Seni başkan yapmayacağız” dedirten ve yankısını bulan o sesin bedeli ödenmiştir bilin. Bu kadar güçlü çıkmasının nedeni, Soma’dır, Gezi’dir, Yırca’dır, Lice’dir, yanı başında iş kazasında kaybedilmiş arkadaştır, yoldaştır, kayıp anneleridir, bedenine kurşun doldurulan, taciz edilen, tecavüz edilen çocuklardır, katledilen kadın, yok edilen park, talan edilen doğa, soyulan ülke, sürgün edilen sanatçı, sansüre uğrayan, hapsedilen gazetecidir...

Artık unutmuyoruz.

Herkes gayet iyi biliyor ki, “yaptırmayacağız” sözü yeni bir dönüm noktasıdır.

Sizin zulüm hafızanıza karşılık, bizim zulme uğrayan hafızamız var. Ezen değil, ezilen kendini yeniden üretir. Diğerini tedavülden kaldırırlar.