2023’te aya sert iniş yapacaktık. Üzerine çok sert inilen biz olduk yine!

Günlerdir durmaksızın onlarca ülkede yayınlanan haberler yazıyorum. Zorlandığım söylenemez, 37 yıllık muhabirlik hayatımda yazmadığım konu kalmadı. Savaşlar, devlet başkanlarıyla röportajlar, acılara ve mutluluklara tanıklıklar… Ancak, bu köşede yazmakta zorlanıyorum!

Her birinin her şeyin en az benim kadar farkında olduğunu bildiğim bir okuyucu topluluğuna ne anlatabilirim ki?

Günlerdir hepimizin bir şekilde tanık olduğu, üstümüze çöken devasa çaresizlikte bir parça çare olabilmek için çoğumuzun dayanışma ağları kurduğu şu felaket hakkında size ne söyleyeyim?

Ceplerine doldurabildikleri kadar dolar ve avroyla yurtdışına kaçmaya çalışırken yakalanan, kimileri tutuklanıp cezaevine konan, kimilerini iki polis arasında elleri kelepçeli başları önde götürülürken gördüğünüz müteahhitler… On binlerce insanı öldürüp neredeyse 10 ili haritadan silenler bunlar mı?

Bunlar da bir süre sonra salınacaklar mı daha önce olduğu gibi?

Peki, bu başı önde götürülenlere bakarken, “İmar affıyla toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorununu çözdük!” diye verilen 2018 seçim kampanyası müjdelerini hangimiz hatırlamıyor ki?

Malatya’da 88 bin, Maraş’ta 144 bin 556, Urfa’da 160 bin, Antep’te 194 bin, İstanbul’da 1 milyon 700 bin… Bu sayılarla anlatılan sorunu çözülenler bazen “vatandaşımız” oldu bazen “kardeşimiz”!

Artık vatandaşlarımız benim yapımın geleceği ne olacak, benim şu anki binamın geleceği ne olacak, bu endişelerden inşallah tümüyle kurtulmuş olacaktır2018 seçimi öncesi reklam kampanyalarıyla da duyurulan “imar barışı”nı böyle anlatıyordu Erdoğan.

Evet, artık kurtuldular; on binlercesi bundan böyle asla hiçbir endişe duyamayacak!

Neyi anlatayım? On yıllardır geliyorum diyen depreme karşı gerekli önlemi almayanları, “depreme karşı sorumluluk sende” diyerek konutları ruhsatlandıran sorumsuzları, arama-kurtarma sürecindeki beceriksizlikleri, memleketin hâlâ en örgütlü ve en yetkin kurumu ordunun sahaya çok geç sürülmesini, Diyanet bütçesi sürekli şişirilirken eşin dostun doldurulduğu AFAD’ın bütçesinin kısılmasını, afet bölgesinde Reis’inin yanında görüntü verebilmek için birbirini ezen bakanları, bu ölümlere takdiri ilahi diyenleri zaten tanıyorsunuz.

Karşılaştığımız felaketin takdiri ilahi değil, takdiri siyasi olduğunu mu anlatayım size?

Bir sorunun çözümü için başka bir sorun yaratmayı yönetim sayan bir anlayışla karşı karşıya olduğumuzu, üniversiteleri kapatıp öğrencileri yurtlarından atarak evsiz depremzedelere çare olunamayacağını zaten siz söylüyorsunuz.

Böylesi felaketlerde hemen tüm dinler öncelikle mabetlerini açar insanlara. Yurtlara değil memleketin on binlerce camisine yerleştirin bu insanları diyen de sizlersiniz, otelleri, kruvaziyer gemilerini doldurun önce diyen de…

Depremzedeyi konuşturmayıp susturanın gazeteciliğinden utanan da siz… Siz, biliyorum, yağmacı diye ağzı gözü dağıtılarak linç edilmeye çalışılanlarla, işkencede öldürülenlerle yüreği soğuyanlardan değilsiniz.

Ne eylemsiz bir ağlayıp sızlanmanın ne de sadece öfkeyle bağırıp çağırmanın bir anlamı var bugün.

Siz, bize yakışanın bu devasa enkazın altından iyiliği çekip çıkarmak olduğunu da biliyorsunuz. O iyiliği örgütlemekten, acıyı paylaşarak azaltıp, yeni bir hayatı ve düzeni dayanışma temelinde inşa etmekten başka çıkış yolumuz olmadığının bilincindesiniz.

Gelin el ele verelim ve yarın yüzyılın en büyük felaketi diye anlatılanlar arasından öne çıkan bizim örgütlediğimiz iyilik hikâyeleri olsun.

Kötülüğü ancak böyle yeneriz!