Herkese görevler düşüyor; “ben gidişattan, siyasi uygulamalardan rahatsızım” diyen herkesin mutlaka başka şeyleri düşünmeden salt bu sürecin olumlu bir seyre geçmesi için çaba harcaması gerekiyor.

Serzenişi çığlığa dönüştürmeliyiz
Adnan Serdaroğlu. (Fotoğraf: DİSK)

Söyleşi: Yunus Emre Ceren

DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu ile emekçileri bekleyen geleceği, gidişata yönelik sessizliği, muhalefetin önündeki görevleri konuştuk.

Geçen hafta açıklanan zamlar, üzerine gelen akaryakıt zamlarına baktığımızda AKP’nin yeni ekonomi politikalarının emekçiler için getireceklerini nasıl görüyorsunuz?

Aslında izlenen politikalarda bir değişiklik yok. Farklı insanlar getirseler de tamamen emekçilerin yoksulların daha zor şartlarda yaşayacağı ve daha kötü bir ekonomi ile iç içe olduğu bir modelin sürdürülmesidir. Şu anda tamamen AKP bilinçli olarak sermayeye daha fazla katkı sağlıyor. Onların daha fazla zenginleşmesini gerçekleştiren bir ekonomik modeli yıllardır sürdürüyor. Bu dönem ise cumhuriyet tarihinin belki en kötü ekonomik modelinin yoksullara ve işçilere yansıtılmasını yaşıyoruz. Bütün olumsuzluklar işçilere, emeklilere çok daha fazla yansımı. Durumda. Bu belirginleştiği için insanların farkındalığı da yükseldi. Hele KDV, ÖTV, MTV gibi yeni vergi oranlarının yükselmesi, her şeye aşırı fazla zam gelmesiyle birlikte bunların sancıları da yükselmeye başladı. Artık ülkede asgari ücretin yükselmesini istemeyen insanlar ortaya çıktı. Yükseldiği zaman her şey yükseliyor, aldığı paranın değeri kalmıyor. 7.500 lira ile yaşamak zorunda kalan milyonlarca emekli var. Diğerlerinin emekli maaşları da açlık sınırının üstünde değil. Öyle olunca ekonomi politikaları yoksulların daha çok yoksullaştığı bir model ile bizi karşı karşıya bıraktı.

Bunlar bilinçli olarak AKP’nin yıllardır kendi zenginliğini yaratma, yoksulları kendine bağımlı hale getirmek, işçileri örgütsüz bırakarak emek sömürüsünün en uygun olduğu ülkelerden biri haline dönüştürmek… Bunların hepsi yavaş yavaş hayata geçirilmeye başlandı. Seçimden önce verdiği mesajların tam tersi bir uygulamayı ne yazık ki yaşayarak öğreniyoruz. Baktığımız zaman dünyada işçi sınıfının hem sendikalaşma hem yaşam standartları açısından en kötü on ülke içerisindeyiz. Bunların hiçbiri tesadüf değil. İzlenen politikalar bilgi eksikliğinden veya ellerine yüzlerine bulaştırmalarından, iş bilmemelerinden dolayı değil. Tamamen sermayeyi besleyen politikaların sonucu.

Siz de durumun kötülüğünü, buna karşı yükselen farkındalıktan bahsediyorsunuz. Ancak emek örgütlerinden, sınıftan gelen tepki, dünya ve geçmişle kıyasladığımızda daha sessiz geliyor. Böyle olmasının sebebi olarak ne görüyorsunuz?

Toplumun büyük bölümü abandone olmuş durumda. Siyaseten bir alternatif yaratılamaması elbette insanlarda seçenekleri daraltıyor. Türkiye siyaseti yeni seçenek yaratma konusunda üretken değil. Sendikalar parçalanmış durumda, hükümet payandası olmuş konfederasyonlar var. Bugün Memur-Sen’e bakarsanız, yaptıkları toplu sözleşmelerinin ne kadar anlamsızlaştığı, hükümetin vereceği zamma bakmaları beceriksizliklerini gösteriyor. Hükümete yakın politikalar izleyerek işçilerin bugünkü zor şartlarda yaşamasının en büyük sebeplerinden biri de biat etmiş sendikalardır. Bizim gibi konfederasyon, sendikalarda zaten her türlü basınç uygulanıyor. Bizi önleyecek bir tutum izleniyor. Bu nedenle sendikaların bu sürece müdahale edebilmek için yapabileceği çok fazla bir şey yok. Siyaseten bir alternatif üretebilme konusunda bir sonuç ortaya çıkarılamadı. Bu nedenle toplum verilen vaatlerle, sözlerle, Türkiye’nin geleceği konusunda tehlikeli bir durum ortaya çıkabileceği tehditleriyle kandırıldı ve AKP’ye bir yönelim oldu. Özellikle deprem bölgesindeki insanların verilen sözlerin hayata geçirilmediğini görmesi üzerine bu abandone durum arttı. Toplumun sokağa çıkması, ses çıkarması gerekiyor. Emekliliklerin kendilerini daha fazla öne çıkarması gerekiyor. Bir öncülük ortaya çıkarmak istiyorsanız; buna siyasi partilerin öncülük etmesi, sokaktaki protestoların beslemesi gerekiyor. Herkes bir şaşkınlık içerisinde, bu şaşkınlığı üzerimizden atmamız gerekiyor. Akaryakıta bir ay içerisinde gelen zam ortada, ancak bir duyarsızlık var. İnsanlar her şeyi normal karşılamaya başladı, bir kısım insan da verdiği oydan dolayı yaşattığı utançtan dolayı sessiz kalıyor. Hem olanları sahiplenemiyor hem de olumsuz duygular içerisinde.

Bu yüzden öfkemizi ortaya çıkarabilecek eylemler için emek örgütleri olarak çalışıyoruz. Özellikle emeklilerin yaşadıkları sorunlar, asgari ücretin bir iki ay içerisinde açlık sınırının altında kalacak olmasının yarattığı olumsuzluklar, belediyelerle yapılan toplu sözleşmelerin anlamsızlaşması, hepsinin asgari ücrete yaklaşması gibi sorunlar var. Asgari ücretin yükselmesi için çaba harcarken toplu sözleşmelerdeki rakamlar anlamsızlaştı. Hepsi birbiriyle etkileşim içerisinde. Asgari ücrete verilen zam, bütün ürünlere, ihtiyaç maddelerine daha fazla zam gelmesine sebep oluyor. Bir kısırdöngüye girdi Türkiye. Bu kısırdöngünün ortadan kaldırılması seçimden önce iktidarın gönderilmesine bağlıydı. Bu olmadı ancak artık bu ülkede sessiz bir halkın olmayacağını göstermemiz gerekiyor. Bütün sendikaları, siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerinin birlikte toplam bir mücadele ile bu olumsuzluğa dur demeli. Biz her yerde bunun şartlarını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Fabrikalarda direnişler, eylemler oluyor. Ancak inanın bir duyarsızlık var. Karşı tarafta algılanma sorunu var. Bu algı zorluğunu aşmamız gerekiyor.

Biz DİSK olarak bunun planlamasını yapmaya başladık. Özellikle sendikalaşmanın önünün açılması, ülkede ucuz emek cenneti yaratma heveslerini kursaklarında bırakmak, emeklilerin durumlarını düzeltebilmek, yanlış politikalar sonucu milyonlarca kayıt dışı insanın yaşadığı sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz bunun tespitlerini yapıyoruz, tespit konusunda herkes ortaklaşıyor, somut adım atma konusunda bu ortaklık sağlanamıyor. Dünyanın en kötü vergi düzenine sahip ülkesiyiz. Yüzde 70’lere varan dolaylı vergi var. Patronla işçinin, yoksulla zenginin aynı vergiyi verdiği bir düzen var. Bu düzenin değişmesi gerekiyor. Fakat bu normalmiş gibi karşılanıyor. Emeklilerle konuşuyoruz, zam almadıklarını söylüyoruz, kabul ettiremiyoruz. Böyle bir bilinçsizlik var. Destekleyen insanların gözü kara bir inancı var. Bunların hepsi zaman içerisinde değişmeye başlayacak, fakat gün geçtikçe şartlar da kötüleşecek. İnsanların şartlara göre farkındalığının değişmesi biraz zaman alıyor ülkede. Önümüzdeki dönemde yeteri kadar duyulması ve bilinmesi için gerekli çabayı göstermemiz gerekiyor, böyle bir handikap var.

DİSK, KESK, TMMOB, TTB… Belli ortak zeminlerde bir araya gelebilen meslek örgütlerinin de ortak olarak bu sürece dair bir yol haritası var mı?

Yıllardır ortak çaba harcıyoruz, işbirliği içindeyiz ama yeterli olmuyor. Asla yadsınamaz bu ortaklığın farkındalığı ama daha geniş kitlelerin içerisine girebilmemiz gerekiyor. Herkes her alanda bölünmüş durumda, emekliler bölünmüş, işçileri bölünmüş, dernekler ve sendikalar öyle. Geçenlerde “Menzil tarikatının şeyhi öldü” diye binlerce insan akın etti. Göremediğimiz bir tehlike var. Karşımızdaki unsurlar, kötü zihniyetli uygulamaları destekleyen grupların olabildikçe örgütlenmeleri, bu gibi görüntüler onların örgütlü olduğunu gösteriyor. Ancak esas olarak bu süreçten etkilenen insanların da güçsüzlüğü ortada. Bu kesimin örgütlenmesi gerekiyor. Bunu yapamazsanız, sadece serzenişlerden ahlardan vahlardan öte gitmeyen bir tepkisellik durumu kalıyor geriye. Bunun ortadan kalkması, serzenişin çığlığa dönüşmesi gerekiyor. Toplumun tamamen kapitalizmin en azgın halini uygulayarak, zenginleri daha zengin, yoksulları daha yoksullaştıran modelinin ortadan kaldırılması gerekiyor.

Toplumların dönüşümü kolay olmuyor. Ağır aksak bir toparlanma süreci oluyor, ancak aşılacak gibi düşünüyoruz.

Sizce bu sancıların aşılabilmesi açısından solun önüne ne görevler düşüyor?

İnsanların aykırı olarak kendisini ifade ettiği bir ülkede değil mücadele yaşamak bile zor. Sosyalistler yıllardır bu ülkede vebalı gibi görüldü. Ancak onların da kendilerini ifade etmekte çok büyük çabaları olmadığını görüyoruz. Yıllarca darbelerle sol ortadan kaldırılmaya çalışıldı, sendikalar kapatıldı, sistematik olarak ülke sağcılaştırıldı. 12 Eylül bunun en büyük itici gücüydü, en ufak bir biçimde solun palazlanmasının önüne geçen, başka şeyleri devreye sokarak önünü kesen bir durum. Sol siyasi anlayışlara da çok önemli görevler düşüyor, işçilerle “benim sempatizanım” anlayışıyla değil, sosyal demokratlarla da diğer bütün sendikalarla da yan yana gelebilecek bir havanın yaratılması gerekiyor. Bunu yaratabilirsek çekici olabilirse belki toplum da bunun içerisine dahil olmaya çalışır. Yıllardır anafor içerisinde süren savrulmalar da ortadan kaldırılmış olur. Herkese görevler düşüyor; “ben gidişattan, siyasi uygulamalardan rahatsızım” diyen herkesin mutlaka başka şeyleri düşünmeden salt bu sürecin olumlu bir seyre geçmesi için çaba harcaması gerekiyor. Bu sağlanabilirse, toplum AKP’nin yoksul, emekçi düşmanı politikalarını daha hızlı tersine çevirir. Yapılamazsa bu eziyeti daha uzun süre çekmek zorunda kalacağız.