Her diziye böyle bir "sezon finali" nasip olmaz. Gerçi adli tatil 30 Temmuz'da başlayacak ama; bence artık bu dizi, yeni adli yıla kadar sadece özet bölümler verse bile...

Her diziye böyle bir "sezon finali" nasip olmaz. Gerçi adli tatil 30 Temmuz'da başlayacak ama; bence artık bu dizi, yeni adli yıla kadar sadece özet bölümler verse bile, bu muhteşem finaliyle tadını damağımızda bırakacak.

Yargıdan sözediyorum.

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili kararının gerekçesini yazdı. Hemen arkasından peşpeşe Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin "Patrikhane Ekümenik Değil" manşetiyle medyaya taşınan bir aklanma kararını onayan kararıyla karşılaştık. Son olarak da Şemdinli Davası'nda Van Ağır Ceza Mahkemesi üyesi hakimler hakkında soruşturma açıldığını öğrendik. "Sezon finali", eğer olacaksa, işte böyle olur!

Anayasa Mahkemesi'nin, Cumhurbaşkanı seçimi için, ilk turdan itibaren 367 sayısını toplantı ve karar yeter sayısı göreceği, aşağı yukarı tahmin ediliyordu zaten. Bu gerekçe karşısında, şöyle bir sorunu ilk kez tartışmadığımız gibi, anlaşılan son kez de tartışmayacağız: Yargının, hali içler acısı da olsa parlamenter demokrasinin kendi kurumlarıyla, yani bu örnekte yasama organıyla çözemediği bir sorunu, onun "yerine geçerek" çözmesi, ne anlama gelir? Ya da, madem "kaim olan"dan, yerine geçenden hareket ettik, Anayasa Mahkemesi kararıyla bizzat yargının; "kaim-i siyaset" olduğundan mı sözet-meliyiz? Yani yargı, siyaseten söz alarak, aslında çözümlenmiş bir meseleyi, sorun haline mi getirdi?

Yargıtay 4. Ceza Dairesinin kararına gelince: Fener Rum Patriği ve Ruhani Meclis üyeleri, kendini Rus Ortodoks dünyasına ait hisseden Bulgar Kilisesi Başpapazı'nın yetkilerini elinden alıp, ayin yapmasını yasaklıyor. Başpapazın suç duyurusu üzerine açılan davada, "Patrik ve arkadaşları"nın, basında atıf yapılmadı ama, Ceza Kanunu'nun 115/ 2. maddesine aykırılıktan yargılandıklarını anlıyoruz. Fatih Asliye Ceza Mahkemesi, tüm sanıkların, "cebir tehdit veya hukuka aykırı yollarla" din ve ibadet özgürlüğünü ihlal etmediklerine, yani suçu işlemediklerine karar veriyor. Temyiz edilen karar, Yargıtay tarafından onanıyor. Onama kararlarında esasen herhangi bir açıklayıcı gerekçe olmaz. "Usul ve kanuna uygun kararın onanmasına" der geçilir. Nadiren, yerel mahkeme kararının gerekçesini tartışmak, yeni gerekçelere dayanmak ihtiyacı duyulur.

İşte yüksek yargı organı, "usul ve kanuna uygun kararı" onamakla yetinmedi, Patrikhanemin "ekümenik"liği hususunda da görüş bildirmiş oldu. Sanırım şöyle bir şey söyledi: "Sen, başka Ortodoks kiliseler (ve dolayısıyla papazları) üzerinde bir otorite değilsin, olman da mümkün değil". Yüksek yargı Patrikhanenin, bağımsız ve eşit Ortodoks kiliseleri arasında önceliği olmadığı, Ortodoks kiliselerinin birliğini gerçekleştiremeyeceği görüşüne vardı. Ya da mevcut bir görüşü tekrarladı. Aslında, beraat kararı onandı belki ama, bu onamadan kazançlı çıkan Patrikhane değil, ilk mahkemenin kararını beğenmeyenler oldu. Soru şu: ceza yargısı, bir iddia eğer başlı başına kanun karşısında suç değilse, o iddiaya cevap gereğini neden duyar? Bir sosyal grubun kendi içinde meşruiyet sorunu olan ve öyle de kalabilecek bir iddia, nasıl oluyor da yargının ilgi alanı haline gelebiliyor?

Umut Kitapevi'nin bombalanmasıyla başlayan süreç, davanın açılması, Van Savcısının meslekten ihracı, sanıkların mahkumiyeti ve ardından da kararın Yargıtay tarafından, "sanıkların askeri mahkemede yargılanması gerekir" diye bozulmasıyla sonuçlanmıştı. Dosyayı askeri mahkemeye göndermeyen Van Ağır Ceza Mahkemesi üyelerine soruşturma açıldı. Aslında Ağır Ceza Mahkemesi'nin karara uyma yükümlülüğü yok. Yine de Van'daki mahkemenin, "askeri yargının" görevli olduğu yönündeki görüşe karşı uygun bir sürede bir karar vermesi beklenir. Ancak bu gereklilik, bu arada önem atfedilen delillerin toplanmasına engel değil. Bilmiyoruz, belki de bu soruşturmalar, sonuçlarıyla değil de, bizzat açılmaları ile amacına ulaşıyor. Zaten bir savcının meslekten ihracına yol açmış bir davaya gösterilen bu hassasiyet de, hemen akla bu ihtimali getiriyor. Bunu, bir "ihtimal" düzeyinde ele almamız bile esasen bir başka "neza-kef'in ürünü. Nezaket sözcünün yerine yoksa, "dikkat" gibi bir sözcük mü koymalıyız?

Türkiye, 22 Temmuz'da "kader"ini arıyor. Öyle diyorlar. Bir yol ayırımında olduğumuz tekrarlanıp duruyor.

Ama hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi hayati kavşakların, anlaşılan o ki, bizi yol ayırımıyla korkutanların yolunda yeri yok. Var belki de. Bize yeşil yanarken, altlarında ne varsa üzerimize sürüyorlar.

Her sezonun asıl finali de bu, galiba!

Yazıyı bitirdikten hemen sonra ajanslara düşen habere göre, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, Bakırköy Adliyesine atandı. Mahkemenin diğer hakimleri ve üç savcının da görev yerleri değiştirildi.