Bir süredir bütün entelektüel enerjisini giderek saldırganlaşan hırçın bir üslupla solu aşağılamada, 12 Eylül öncesi sol radikalizmi itibarsızlaştırmada kullanan Halil Berktay yasallığın kendisi için çok önemli olduğunu söylüyor (Taraf, 23 Mayıs). Şaşırtıcı değil. Bütün politik eyyamcılar, bütün düzen koruyucu muhafazakârlar için yasallık çok önemlidir, onlar yasallığı fetişleştirirler.

TCK 141-142. maddelerin yürürlükte olduğu uzun yıllar boyunca verdiği raporlarla pek çok yazarın çevirmenin, gazetecinin yıllarca cezaevlerine kapatılmasında büyük pay sahibi olmuş komünizm eksperi Sulhi Dönmezer de ölümünden birkaç yıl önce kendisiyle yapılan bir söyleşide “ meşruiyetçi “ olduğunu söylüyordu. (Şimdi artık yayımlanmayan bir dergide yer alan söyleşiyi yapan Prof. Niyazi Öktem’di sanırım). “Yasalar neyi gerektiriyorsa o” anlayışı, yani Dönmezer, soğuk savaş yıllarının azılı bir anti-komünisti.

Berktay ise 1989 sonrası revaçta olan yeni tarz bir anti-komünizmin saflarından konuşuyor. Soğuk savaş anti-komünizminin bir çok öğesini (Popperci ütopya düşmanlığı, özgürleşme siyasetlerini terörizmle özleştirme vb…) içeren bu tarz anti-komünizm de yeni olan tarihin sonuna erişilmiş olduğu savının üzerinde yükselen zafer kazanmışlık kibri. Bu kibir Berktay’ın sola karşı saldırılarında çok belirgin. Onun hakaret yüklü söylemini besliyor.

Biri eski, diğeri yeni tarzda iki anti-komünist. İkisi için de her koşul altında yasallık çok önemli . Yasaların adil olup olmadığı onları pek ilgilendirmiyor. Şükürler olsun ki, Rosa Parks’ı yargılayanlar böyle düşünmemiş,onun yasal olmayan davranışını cezalandırmamışlardı. Yasallığı öylesine önemseyen siyasi konformizm kölelerin özgürlüğüne kavuşmaları için ayaklanma başlatan , ama sonunda yenik düşen John Brown’ın darağacına gönderilmesini de onaylayacaktır; çünkü, yasalar isyancıların idamını öngörüyor ve onlar için “ yasallık çok önemli”. Ama, genelde şiddet içermeyen direnişi savunan Thoreau dahi John Brown’ın silaha , şiddete başvurmasını haklı bulmuştu.

Ben de ezilenler ( ve onların yanında saf tutanlar ) açısından yasallığın kimi zaman zerre kadar önem taşımadığını düşünüyorum. Şöyle sorayım: Ezilenler üzerlerindeki tahakkümü meşrulaştıran, hatta bazen onların insanlığını dahi tanımayan yasalara neden değer atfetsinler? O yasalara neden itaat etsinler? Neden o yasalara karşı ayaklanmasınlar, silahlanmasınlar? Neden o yasalarla ölümüne çarpışmasınlar?

Bütün bu soruların cevabını tarih şöyle özetliyor : Ezilenler ancak yasalarla çatışarak, tüzüklerle çarpışarak, gerektiğinde yasaları koyanlara ve korumaya çalışanlara karşı şiddete başvurarak özgürleşebilirler. Tarihin verdiği bu ibret verici dersten ve cevaptan yola çıkarak sivil itaatsizlik eylemlerinin şiddet içerebileceğini, ezilenlerin tanınma mücadelesi ve özgürleşme siyasetleri yürütürken şiddete başvurmada haklı olduklarını ileri süreceğim . Diyeceğim, siyahların özgürleşme mücadelesine Rosa Parks’ın eylemi kadar Nat Turner’ın isyanı , isyancı kölelerin beyaz teröre karşı başvurdukları siyah şiddet de katkıda bulunmuştur. Hep Gandhi gibi davranarak özgürleşmek mümkün değil . Dahası, her koşul altında Gandhi gibi davranmakta ısrar eden bir siyahın, bir mazlumun Tom Amca’ya dönüşmesi işten bile değil. (Amiri Baraka’nın Martin Luther King’i ‘ yeni Tom ‘ olarak adlandırdığını belirtmiştim) Bir adım daha ileri giderek , eğer eşitlikçi bir dünyadan, adil bir hayattan yanaysanız bu şiddeti pekala onaylayabileceğinize dair kanıtlar sunacağım.

Gwendolyn Brooks’un şiiri ve Amiri Baraka’nın Hollandalı oyunu üzerine yazdığım yazılar siyahların eşitlik mücadelesindeki haklı şiddete giriş niteliğindeydi. Oradan sürdüreceğim. Ama önce geçen hafta değindiğim Newark isyanıyla ilgili birkaç bellek tazeleyici bilgi daha vermek istiyorum.

Amerikan sisteminin siyahları beyazlardan aşağı olduklarına inandırdığını ve böylelikle onların ruhlarını ele geçirdiğini düşünen Baraka, 60’ların ortalarında beyaz toplumla bağlarını kopardıktan sonra Harlem’e taşınmış, orada oyunlar sahnelemenin yanı sıra çevredeki gençler için eğitim programları da yürürlüğe koyan Siyah Sanatlar Repertuar Tiyatrosu’nu (BART ) kurmuştu.

1966’da Siyah Panterler’i desteklediğini açıkça belirtti. Aynı yıl bir söyleşide, enerjisini “beyaz sarayı havaya uçurmanın yollarını aramaya harcarsa kitap yazmaktan daha yararlı bir iş” yapmış olacağını söyledi. FBI onu izliyordu. Harlem’de gençler arasında çıkan kavgayı bahane sayan polis BART’da arama yaptı ve binada silah buldu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Baraka Harlem’den (New Jersey) Newark’a taşındı. Bu kez orada, siyah nüfusun yoğun olduğu kesimde Spirit House adını verdiği bir tiyatro kurdu. Bu tiyatroda da profesyonel olmayan oyuncular Baraka’nın ve diğer siyah yazarların kaleme aldığı oyunları sahneliyorlardı. Polis, Spirit House’a baskın yapıyor, taciz ediyor provalar yarıda kesiliyordu . FBI’nın Baraka hakkında tuttuğu dosya da giderek kabarıyordu.

Newark 67 isyanına katılan ve tutuklanan Baraka kendini dönüşmüş , adeta “bir kasırganın tam ortasına fırlatılmış” hissetmişti. Aslında isyana Yeni Sol’da katılmış ve desteklemişti. Bu konuda Tom Hayden’ın isyandan kısa bir süre sonra birinci elden tanıklığa dayanarak yazdığı Rebellion in Newark bu pek ilginç bilgi ve savlar içeriyordu. Salt Hayden’ın değil, Yeni Sol’un bir kısmının da siyahların şiddetini olumladığına dair önemli kanıtlar vardı bu kitapta.

Sivil haklar hareketini önce gazeteci olarak izleyen, ama daha sonra bu hareketin aktivistlerinden biri olan, SDS’nin (Demokratik Toplum İçin Öğrenciler’in) kurucuları arasında yer alan , örgütün kurucu belgesi Port Huron Bildirisi’ni kaleme alan, ilk başkanı seçilen Tom Hayden, isyanı resmi şiddete, devlet terörüne karşı “getto tepkisi” olarak niteliyordu.

Yeni Sol özellikle siyahların yoğun olduğu şehirlerde yoksullukla mücadele projeleri uyguluyor ve bu amaçla örgütleniyordu. Hayden, Newark sorumlusuydu. Orada yoksullar arasında geçirdiği beş yıl sonunda yoksulların adil olmayan bu sistemi değiştirebilmek için şiddete başvurmalarının gerekli olduğu düşüncesine varmıştı. 60’ların ortalarından itibaren slumlar’daki siyah ayaklanmaları “Amerikan tarzı gerilla savaşı”nı başlatacak kıvılcımlar olarak gören Hayden , Newark’da uğradıkları onca haksızlık ve aşağılanma nedeniyle kızgınlaşmış kitlenin insafsız ırkçılar karşısında kendilerini sözcüklerle ifade etmenin yararsız olduğunu anladıklarını; taşlar, şişeler, yakılan ateşlerle yeni bir dil konuştuklarını belirtir. Yeni Sol’un en azından bir kesimi böyle düşünüyordu. Oysa, Baraka, Yeni Sol’un yoksul siyahlar arasında yürüttüğü faaliyetlere, isyanlara verdiği desteğe kuşkuyla yaklaşmıştı. Şehirlerdeki isyanların nedenlerini araştırmak için kurulan ve Kerner Komisyonu Newark isyanını tarihsel açıdan ele alıp analiz etmişti. Komisyon raporunda öncelikle ve açıkça gettolarının oluşmasından dolayı beyazları suçluyor , isyanları, “üç yüz yıllık ırksal önyargının en yüksek noktası” olarak niteliyordu.