Hafta içinde Nail Güreli ile birlikte Çağdaş Gazeteciler Derneği ÇGD Başkanı Ahmet Abakay’ın Adalet Bakanlığı’ndan aldığı özel izinle gazeteci arkadaşlarımız...

Hafta içinde Nail Güreli ile birlikte Çağdaş Gazeteciler Derneği ÇGD Başkanı Ahmet Abakay’ın Adalet Bakanlığı’ndan aldığı özel izinle gazeteci arkadaşlarımız Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı ziyaret ettik.

Bizler kısaca “Silivri Cezaevi” diyoruz. Ama bu tesisin görkemli bir resmi adı var: Adalet Bakanlığı Ceza ve İnfaz Kurumları Silivri Kampusu!

Kampus sözcüğü daha çok üniversitelerle anılırdı. Şimdi cezaevleri için de kullanılmaya başlamış oldu.

Ancak Silivri’deki bu “şey” bambaşka bir görüntü arz ediyor. Silivri dışında bulunan bu yerleşim tam anlamıyla bir kent görünümüne sahip… İki ana bölgeden oluşuyor. Birinci kısımda sosyal konutlar var. İkinci kısımda ise hapishaneler sıralanıyor.

Son derece “modern” olan bu tesise ziyaretçi olarak girebilmek için, neredeyse iç çamaşırlarınız dışında her şeyinizi çıkartmak zorunda kalıyorsunuz. Kadın ziyaretçiler için, bunun bir adım ötesi var: Sutyen kopçaları, kampus güvenliği açısından sakıncalı bulunuyor!!!

Açık görüş yapacağız… Özel durumunuz görevliler tarafından fark ediliyor. Elimizde Adalet Bakanlığı belgesi var. Bir de Nail Güreli’yi tanıyorlar. Son drece saygılı davranıyorlar. Ama bu durum kulları katiyen gevşetmiyor. Nail Ağabey ile birlikte ikişer kitabımızı ziyaret anında imzalayıp, Ahmet ve Nedim’e vereceğiz. Ama bu olamıyor. Tesisin eğitim bölümündeki göreviler önce kitapları incelecekler, ondan sonra sahiplerine vereceklermiş. Çaresiz kitaplarımızı güvenlik barikatında bırakıyoruz.

İçeri girişte boynumuza birer kart takıyoruz ama bunların hiçbir önemi yok. Bu kartlar verilirken, gözlerimizin röntgeni çekiliyor. Bu fotoğraf cezaevi bilgisayarlarına veri olarak kaydediliyor. Demir parmaklıklı kapılardan geçerken gözlerimizi okutuyoruz, kimlik yerine ileri teknolojili aletlere…

Cezaevleri modernleşiyor… Eskiden neydi o? Mesela Tayyip Erdoğan’ın hapis yattığı yıllarda, Pınarhisar Cezaevi’nde mangalda ızgara balık partileri düzenleniyor, koğuşlar duman içinde kalabiliyordu.

Şimdi tutuklu ve hükümlülerle görüşürken çay bile içilemiyor!

Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bir daha asla cezaevine düşmeyeceklerine inandıkları için her düzenlemeyi “ötekiler” için yapıyorlar!

 

...

Ahmet Şık olmak!

 

Ahmet Şık görüşmeye başlarken hemen bir sıkıntısını diye getiriyor:

-Beni duruşmaya götürmediklerinde herkes ‘ilk defa’ diye yazdı. Oysa bu o kadar sıradan bir uygulama ki… Burada onlarca tutukluyu, duruşmalara aynı gerekçeyle götürmüyorlar!

İkinci sıkıntısı ise koğuş arkadaşlarından Doğan Yurdakul ile ilgiliydi:

-Doğan Abi ile de görüşecek misiniz?

Bunun ağır bir eksiklik olduğunu ancak orada Ahmet ile konuşurken anlayıp sıkılıyoruz. Tanışmıyor olmak telafi sebebi olabilir mi?

Ahmet Şık olmak işte böyle bir şey!

 

...

 

Baba beni cezaevine al!

 

Nedim Şener’in (annesiyle aynı adı taşıyan) kızı Vecide Defne diyormuş ki:

-Anne ben babamla kalmak istiyorum!

-Kızım sen orada nasıl kalacaksın?

-Kurabiye ve televizyon varsa elbette kalabilirim!

 

...

 

Kastamonu operasyonu!

Kastamonu’da AKP konvoyuna bombalı bir saldırı düzenlendi. Büyük yankı uyandıran bu “operasyonda” polis Memuru Recep Şahin hayatını kaybetti!

Böylesi büyük ses getiren eylemleri doğru okuyabilmek için işe tersten başlamak gerekiyor.

Öncelikle sorulması gereken soru şu olmalı:

-Bu eylem kimin işine yarıyor?

Sonra eylemin içeriği ile eylem sonrası tepkileri yan yana getirebilmek gerekir.

Kamuoyu ile ilk paylaşılan “haber” şöyleydi:

-Başbakanın konvoyuna saldırı!

Başbakan Tayyip Erdoğan da eylem sonrasında Amasya’daki ilk konuşmasında şöyle dedi:

-Biz bu yola merhum Menderes gibi kefenimizle çıktık!

Böylece Başbakan kendisine yönelik olduğunu “hemen” kabul etti. İdam edilerek en büyük mağduriyeti yaşayan Adnan Menderes ile kendisini aynı haksızlığa uğramışlar kefesine koydu!

Seçim öncesinde hiç de fena bir “malzeme” olmadı bu saldırı… Nitekim ünlü gazeteci Güneri Cıvaoğlu “bu saldırı AKP’nin oylarını yükseltir” tespitini yaptı.

Başbakan olayın dumanı üstündeyken “suçluları” da bulup ilan etti:

-Sandıkta meselesini halledemeyeceğini anlayanlar, bu yollarla netice alacaklarını zannediyorlar!

Erdoğan satır arasında isim vermeden bağımsız Kürt milletvekili adaylarını kastediyor. Oysa seçim sandığına güvenme-güvenmeme konusunda tam tersi bir ilişki söz konusu… Kürtlerin bir parti çatısı altında seçime katılmalarını önleyen, onları “yüzde 10 barajı” altına ezilmelerini isteyen Erdoğan’ın ve AKP’nin ta kendisi değil mi?

Bağımsız aday olarak bile seçimlere katılmalarından korkup çekinenler basit bir “bürokrasi tezgâhıyla” onları saf dışı ekmek istemedi mi?

Bütün bunlara ek olarak “Benim için Kürt Sorunu yoktur” diyerek Güneydoğu Anadolu Bölgesinde zayıf adaylarla halkın karşına çıkan AKP için “Kürtlerden umudunu kesti” yorumları yapılmamış mıydı?

O halde saldırılara umudunu bağlayan kim olabilir?

Saldırıdan “en kârlı” kim çıkacaksa gözler –haliyle- ona dönmez mi?

Genel seçimleri 1 ay kala yaşanan “Kastamonu operasyonu” soru işaretleri çok kalın olan bir eylem özelliğini taşıyor.