Sokak, sandık, CHP

Fatih Yaşlı - Akademisyen

2011 yılından beri milletvekilliği yapan ve CHP’deki “değişim yanlıları”ndan biri olan Özgür Özel, pazartesi günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajında “sokakla, sahayla bağını koparmamış, aksine buradaki eksiklerini tamamlamış ve yeni bağlar kurmuş, iktidarın dayatmasına rağmen demokrasinin beş yılda bir sandığa gitmekten ibaret olmadığını özümseyen” bir CHP istediğini söylüyordu.

 Sokak ve sandık… Türkiye uzunca bir süredir bu ikisinin birbirinin karşıtı olarak sunulduğu, sokağın kriminalize edildiği ve sandığın kutsandığı, demokrasinin ve siyasal mücadelenin sadece seçimlere indirgendiği bir dönemden geçiyor. Kuşkusuz bunun esas mimarı “milli irade” söylemini stratejisinin merkezine yerleştiren ve sandığı elindeki en güçlü silah olarak gören iktidar partisi ama tek sorumlunun o olduğunu söylemek mümkün değil.  

Bugün eğer Türkiye’de sokakta yaprak kımıldamıyorsa, toplumsal muhalefetin üzerine ölü toprağı örtülmüşse, enflasyon böyle hızlı bir şekilde yükselir ve yoksulluk böyle hızla derinleşirken halktan herhangi bir tepki gelmiyorsa, sendikalar, emek örgütleri, işçiler, memurlar, alandan, meydandan, sokaktan güçlü bir ses veremiyorsa bunun iktidardan sonraki en büyük sorumlusu tartışmasız bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisi.  

Geride kalan 21 yıldaki en büyük kâbusu Gezi’nin ardından iktidarın temel derdi siyaseti sokaktan uzaklaştırmak, kamusal mekânları siyaset yapılan yerler olmaktan çıkarmak ve sandığı tek adres olarak göstermek oldu. CHP ise bu sokağı kapatma siyasetine en ufak bir itirazda dahi bulunmadı, seçimi ve sandığı sokaktan besleyecek, toplumsal muhalefet dinamiklerini harekete geçirip ülkeyi o dinamikler üzerinden seçime götürecek, iktidarın sandıktaki meşruiyetini sokaktan sarsacak işlere hiç girişmedi.  

Tüm bunları yapmadığı gibi toplumsal muhalefet dinamiklerini de bilinçli bir şekilde pasifize etti. Muhalif kitlelerin zihnine “bizi sokağa dökmek istiyorlar” sözünü nakşetti, sokakta olmak “AKP’nin ekmeğine yağ sürmek” diye kodlandı ve gayrimeşru ilan edildi, her türlü toplumsal eylem “aman oyuna gelmeyelim” diyerek ânında sönümlendirildi. Böylece kitleler siyasetin dışına itildi, özne olmaktan çıkartıldı ve “seçmen” statüsüyle pasif izleyicilere dönüştürüldü. Zaten iktidarın istediği şey de tam olarak buydu.  

Ancak mesele bununla sınırlı kalmadı, CHP hem kendisini hem tabanını sağa çekti. “Sağa çekti” derken, Türk sağının ve İslamcılığın bakış açısının sorgusuz sualsiz kabul edilmesinden, tarihe ve bugüne sağın perspektifinden bakılmasından, “Türkiye toplumu özü itibariyle sağcıdır” palavrasının kabullenilmesinden, kamuculuğun, halkçılığın, laikliğin devre dışı bırakılmasından ve AKP’yi AKP’yle AKP’cilik yarıştırarak yenebileceğini sanma saçmalığından bahsediyoruz. 

Bu yaklaşım kaçınılmaz olarak partinin tabanını da dönüştürdü. Bu dönüşüm neticesinde, laiklik diyemeyen, dinci gericiliğe verilen her tavizi “aman sağ seçmeni ürkütmeyelim” diyerek sineye çeken, her sağcılaşma hamlesini “seçimi kazanmak için şart” diye meşrulaştıran, işçi sınıfının geleneksel kesimlerine ve yoksullara düşmanlık besleyen, sol değerlerden hayli uzak, sekülarizm adı altında milliyetçiliğe ve hatta ırkçılığa meyleden, Özal’a, Demirel’e, Türkeş’e, Erbakan’a sempati duyan yeni bir muhalif tipolojisi ortaya çıktı. 

Bunun sonuçlarını şimdi daha somut olarak görüyoruz. CHP yönetimi sokağa öyle yabancılaşmış ki Akbelen’deki orman katliamına karşı devam eden direnişi ziyaret eden Kılıçdaroğlu “arabaya değil barikata” denilerek kesim alanına gitmeye ancak ikna edilebiliyor, CHP’li vekiller öfkeli halka parmak sallıyor, had bildiriyor, “sizin yüzünüzden seçimi kaybettik” diyebiliyor. Halkla hemhal olmak hiçbirinin aklına gelmiyor, buradan uzun vadeli bir strateji çıkartılmıyor. Ortalama CHP seçmeni ise örneğin İzmir Belediyesi’ndeki greve baktığında işçilerin hak arayışını değil, iktidarın oyununu, CHP’li belediyeleri ele geçirme planını vs görüyor, “ilkokul mezunu işçi benden çok maaş alıyor” diye kızıyor, sinirleniyor, grevci işçiye asalak muamelesi yapıyor.  

Peki, durum buyken, sosyalistlerin “bize ne CHP’den, biz işimize bakalım” demesi mümkün mü? Eğer Türkiye’de CHP’nin tabanı aynı zamanda sosyalist solun doğal ve potansiyel tabanını teşkil etmeseydi böyle diyebilirdik ama ortada bir kesişim kümesi var ve haliyle böyle diyemiyoruz. CHP kendisini ve tabanını sağa çektikçe, zaten toplumsallaşma mekanizmaları sınırlı, kitlelere ulaşmakta zorluk çeken, büyüyüp güçlenmede belli bir eşiği aşamayan sosyalist solun önüne bir büyük engel daha çıkmış oluyor. 

Akbelen Direnişi’ne destek olmaya giden CHP’li vekiller ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu halk tarafından protesto edildi. CHP’li vekillerden Ali Mahir Başarır ve Mahmut Tanal direnenlere parmak salladı.

Sadece seçimlere endekslenmiş bir siyasal konjonktürde kitleler kendilerine öncülük edecek güçlü bir parti ve lider görmedikleri için sokaktan uzak duruyorlar ve bu da solun yükselen toplumsal muhalefet dalgasına binerek hızlı bir güçlenme süreci yaşaması ihtimalinin önünü daha baştan kesiyor. Ama sadece bu değil; insanlar sandığa gittiklerinde, baraj sorununu da gözetecek bir şekilde “zaten dört beş yılda bir sandığa gidiyoruz, hiç olmazsa oyumuz boşa gitmesin” diye düşünüyor ve sosyalist partilerden uzak duruyorlar. Dolayısıyla CHP bu haliyle sokağın da sandığın da önünü kesmiş oluyor. 

Sosyalist solun içinde bulunduğu krizden ve yenilgi durumundan çıkmaya dair bir yol haritası olacaksa, CHP yönetiminin ideolojik ve politik tercihlerini mutlaka eleştirel bir perspektifle ele alması, teşhir etmesi ama bunu yaparken CHP tabanıyla sağlıklı bir diyalog geliştirmenin yollarını bulması gerekiyor. CHP’yi “sola çekmek” gibi beyhude çabalar içerisine girmek değil, CHP tabanındaki sol potansiyeli açığa çıkarmak, oradaki öfkeyi politize etmek ve devrimcileştirmek, düzen dışı ama sahici bir alternatif yaratarak sandığın ötesine uzanan bir siyaset anlayışını kitlelerle buluşturmak, bir araya getirmek… Yapmamız gereken şey en özet haliyle böyle görünüyor.