Geçen gece, telefonda, bir canlı yayın izlermişcesine, Gabar’daki çatışmanın seslerini dinledim. Bombaları, helikopterlerden yapılan atışları... Dün sabah da top atışları devam...

Geçen gece, telefonda, bir canlı yayın izlermişcesine, Gabar’daki çatışmanın seslerini dinledim. Bombaları, helikopterlerden yapılan atışları... Dün sabah da top atışları devam ediyordu bölgede. Belki, resmi bir açıklama da gelir, “şu kadar terörist etkisiz hale getirildi” diye. 

Dün sabah; “Şırnak’ın Gabar Dağı mevkiinde, termal kameralarla tespit edilen kalabalık bir terörist gruba yönelik operasyon başlatıldı. Havadan destekli operasyon, yaklaşık 2 saat sürdü. Çatışma sırasında kaç teröristin etkisiz hale getirildiği konusunda henüz açıklama yapılmadı. Bölge sakinleri, çatışmanın geniş çaplı olduğunu, yakın yerleşim birimlerinden duyulduğunu bildirdi” diye geçiyordu haberi NTV.

Haydi, Aktütün’e saldıranlar K. Irak’tan geldi diyelim, Ilısu baraj inşaatı bölgesine 3-5 km kadar yaklaşan bu “kalabalık grup” da mı K. Irak’tan geldi? Nasıl geldi? İstihbarat, mistihbarat... Bunlar benim uzmanlık alanıma girmiyor.

Bu sorular da, Aktütün’den sonra, ilk kez yaygın ve net biçimde soruluyor şimdi medyada. Vakit, Taraf neyse ama, “amiral gemisi” “devlet sesi” Hürriyet’te bile, hem de genel yayın yönetmeninin ağzından, uçakları operasyondayken Hava Kuvvetleri Komutanı’nın golf oynaması eleştirilmeye başlandı.

Asker ve askerin çeyrek asırdır süren “düşük yoğunluklu savaş”taki “başarı”sı sorgulanıyor.  Hem de hiç olmadığı kadar. “Asker ... (Kürt) sorunu(nu) ‘kendi tekeli’nde tutmak istiyor ve tutuyor... Böyle olduğu için de,  ... bu sorun bir türlü çözülemiyor. Ve asker gitgide çözümün değil, sorunun bir parçası oluyor, hatta ‘meselenin kaynağı’ haline gelmeye başlıyor... Askere karşı hem kendi içinden, hem toplumun değişik kesimlerinden tepkiler büyüyor, tomurcuklanıyor” diye yazmasında Hasan Cemal’in şaşılacak birşey yok pek. Ancak, saptama doğru: Asker sorgulanıyor!

Asıl şaşırtıcı ve çarpıcı olanı Hıncal Uluç yapıyor iki gündür. Kendisini, ikiz oğullarından biri 3 yıldır dağda PKK’da olan diğeri de TSK’da vatani görevini yapan 70 yaşındaki Dicle’li Zülküf Çelebi’nin yerine koyuyor. Hepimizi aynı şeyi yapmaya davet ediyor. “Aynı aile, aynı çevre içinde büyüyen, aynı dost ve arkadaşlarla yetişen, aynı eğitimi alan iki kardeşten birini Türk Sihalı Kuvvetlerine, ötekini bir terör örgütüne götüren ince çizgi nedir?” diye soruyor.

Dahası, 30 yıldır yapılan şehit edebiyatını, hamaseti, palavrayı bırakmayı ve kapsamlı bir çözümün temel ilkelerini belirlemek için DTP ve askerler dahil geniş bir kesimin bir araya gelmesini öneriyor. “Genel af, menel af olmaz” diyen Org. Başbuğ’a, “O zaman, içinde af olmayan çözüm ne? Açıklayın da bilelim” diyor.

Kıyametin ucunda gibi durduğumuz şu günlerde; askeri ve siviliyle pek çok etkili sınır ötesi çağrısı yaparken; tampon bölgeden, sınır düzenlemekten, OHAL benzeri uygulamalardan söz ederken, bu türden soruların sorulması iyi.

Bu yazı yazılmaya başlandığında Meclis sınır ötesi tezkeresi için toplanmamıştı daha. Ama o tezkerenin geçeceğinden şüphe yok. Şüpesi olanlar da, Aktütün saldırısından sonra, emin olmuşlardır artık.

Ertuğrul Özkök 25 yıldır yaşanan çatışmanın bilançosunu 55 bin ölü olarak açıkladı dün. Bu 25 yılda kaç kez geçildi sınır ötesine? Tekrar tekrar geçilse ne değişecek? İngiliz komutanlar Afganistan’da askeri bir zaferin olanaksızlığını ilan ederken, binlerce çocuğumuzu yabancı topraklara göndererek ne kazanacağız? OHAL köyleri yaktı yıktı, milyonlarca Kürt vatandaşını Batı illerine sürdü de ne oldu? Yaşanan bu gerilim içinde Türkiye bir yerel seçime gidiyor. DTP kapatılır, Kürt vatandaşlar “Bize dağdan başka yol bırakmıyorlar” duygusuna esir edilirse çözüme yaklaşır mıyız?

Sorun sınırın ötesinde değil. Burada. Sorun, ikiz oğullarından biri askerde diğeri PKK’da olan 70’lik Zülküf Amca’nın evinde. Çözüm de o evde. İkiz kardeşlerin kardeşce bir arada yaşamasında!

Bunu söylemek yetmiyor tabii. Sakal da bıraksanız kimse dinlemez sizi. Sözümüzü dinletmek toplumsal bir güç olmaktan geçiyor.