Emre Kongar, “İnsanlığın adalet, özgürlük, eşitlik arayışının sonsuz bir mücadele olduğunu söylemeliyim. Bu mücadele öyle tek bir seçimle ne nihai olarak kazanılabilir ne de yok edilecek bir biçimde kaybedilebilir. Ezelden beri başlayan ve ebediyete kadar sürecek bir mücadeledir” diyor.

Sosyolog, yazar, Prof. Dr. Emre Kongar: Adalet, özgürlük, eşitlik arayışı sürecektir

Esat Aydın

Ülkenin düşün hayatına damga vurmuş, aydınlanma düşüncesinin önemli ismi Prof. Dr. Emre Kongar, seçim sonrası siyasi gündemi, TELE1’deki program arkadaşı Merdan Yanardağ’ın tutukluluğunu, dinci gericileşme dalgasını BirGün’e değerlendirdi. 

Gerek kabine gerekse bürokrasideki değişikliklerle Erdoğan’a daha mutedil bir siyasal pozisyon atfediliyordu. Oysa gelinen süreçte gazeteciler uydurma suçlarla cezaevine konuluyor. Merdan Yanardağ da onlardan biri, Pehlivan’a uygulanmayan hukuk tarikat şeyhine uygulanıyor. Yanardağ ve Pehlivan’ın durumu üzerinden neler söylersiniz? 

Sanıyorum burada bir algı farkımız var. Ben ve benim çevrem, iktidarın seçimi kazandığı takdirde (ya da seçimi kazandıktan sonra) daha yumuşak değil, daha sert politikalar izleyeceğini düşündük. O nedenle Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan olayların bu yeni dönemin başlangıcı olarak düşünülebilir. Elbette Yanardağ olayı çok daha vahim: Çünkü hem çok haksız ve hukuksuz hem de doğrudan TELE1’i hedefliyor. Muhalefetin bütün bu haksızlık ve hukuksuzluklara derhal ve aynı sertlikte karşı çıkması gerekir. Yoksa, bunlar artarak sürecek gibi görünüyor. 

Seçim sonrasında üçüncü kez Hafize Gaye Erkan başkanlığında Merkez Bankası, faiz artışı yaptı. Politika faizi yüzde 25’e çıkarıldı. Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’in “rasyonel ekonomi politikası”na geldiğini düşüyor musunuz? Nas’tan dönen Erdoğan’ın yeni yolu için ne söylenebilir, ekonomi yönetimi bu politikaları müstakil yürütmeyi sürdürebilir mi? 

Erdoğan/AKP iktidarı 21 yılda ülkenin bütün kaynaklarını tükettiler. Sadece ekonomiyi günlük tempoda işletebilmek için yani iç ve/veya dış sermaye ve borca muhtaçlar. Şimşek-Erkan ikilisi bu amaçla, uluslararası sermaye çevrelerine güven vermek ve ekonomiye yeni sermaye ve/veya borç bulmak için göreve getirildi. Herkesin gördüğü gibi bu ikili, IMF ile sözleşme imzalamadan, “IMF reçetesi” olarak bilinen önlemleri devreye soktular: Vergi artışları, sabit ve dar gelirlilerin tüketimlerinin yani gelirlerinin sınırlanmasına yönelik önlemler. Bir başka deyişle, bu atamalar ve politika değişikliği Erdoğan’ın tercihlerine göre değil, iflas etmiş olan ekonominin zorunluluklarından dolayı yapıldı. Yani konu Erdoğan’ın tercihleri, inançları ya da kararları değil, ekonomik ve mali iflasın dayattığı zorunluluklar olarak görülüyor. Ama yine de “Şahsım Devleti” rejiminde bilimin ve gerçeklerin değil, sadece bir “Şahsın” duygu, düşünce ve kararları etkili olduğu için, her an bu politikalardan geri dönüş de söz konusu olabilir. 

Ayrıca bir başka noktaya daha değinmek isterim: İç ve dış sermaye çevrelerinin ülkeye güven duyması, bu güvene dayalı olarak sermaye getirmesi ve/veya borç vermesi, sadece ekonomik önlemlerle sağlanamaz. Güven duygusu aynı zamanda Hukuk Devleti’nin sermayeye ve borç verenlere sağladığı hukuksal güvencelerin gelişmesiyle oluşur. Bir başka deyişle Temel Hak ve Özgürlüklerdir iç ve dış sermaye çevrelerinin aradığı. Bu Hukuk Devleti uygulamaları ve buna bağlı olarak Temel Hak ve Özgürlükler geçerli ve fonksiyonel olmadığı sürece, ne iç ne de dış çevrelerde güven duygusu ortaya çıkamaz. Bu açıdan Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan olayları, Osman Kavala’nın ve Selahattin Demirtaş’ın AİHM kararlarına karşı içerde tutulmaları, Şimşek-Erkan ikilisinin ekonomik ve mali çabalarını baltalayacak gibi görünmektedir. 

Cumhuriyet Halk Partisi’nde “değişim” tartışmalarının seyri ilçe kongreleriyle netleşiyor. Süreci takip ediyor musunuz? Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Özel gibi aktörler üzerinden dengeleri ve süreci nasıl görüyorsunuz, sürecin sonuçları sizce ülke siyasetine ve 2024 seçimlerine nasıl yansıyacak? 

Evet elbette, CHP içindeki delege seçimleri sürecini medyaya yansıdığı oranda izliyorum. Ama süreç bir sürpriz sonuca gidecek gibi görünmüyor. Çünkü Siyasal Partiler Yasası’na göre bütün partilerin genel başkanları yaklaşık 1.200 dolayındaki delege tarafından seçilir. Genel başkanlar bir kez seçildikten sonra döner ve bu delegeleri belirlemeye başlarlar. Bu nedenle bir kez seçilmiş olan genel başkanlar bir süre geçtikten sonra, kendileri istemedikleri sürece delegelerin oylarıyla genel başkanlıktan kolay düşürülemezler. CHP’ye de bu hukuksal gerçek ve matematiksel mantık çerçevesinde baktığınızda, Kılıçdaroğlu’nun da bu Kurultay’da değiştirilmesi pek olanaklı görülmüyor. Zaten asıl rakibi olan ve “Değişim” diye ortaya çıkan Ekrem İmamoğlu da, doğru bir karar vererek, asıl çalışmalarını İstanbul Belediye Başkanlığı üzerinde yoğunlaştıracağını açıklamıştı. Özgür Özel ise bence, İmamoğlu’na karşı Kılıçdaroğlu ekibinin bir adayı olarak ortaya atılmıştı. Henüz adaylığı konusunda kesin bir tavır da yok. CHP’nin yerel seçimlere de Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında gideceği ihtimali şu anda çok yüksek görünüyor. Elbette önümüzde daha Kurultay ve ondan sonra da Mart’a kadar dört-beş ay var. Bu sürede beklenmedik bazı değişme gelişmeler olabilir. Malum, “Şahsım Devleti” rejiminde artık hiçbir şeyi önceden kestirmek çok olanaklı değil, çünkü ne hukuk, ne adalet, ne gelenek, ne akıl, ne de mantık kaldı! 

Ekrem İmamoğlu, 15 Ağustosta kendisi için bir yol haritası açıkladı. Siz bu açıklamayı nasıl buldunuz? İstanbul adaylığı İmamoğlu için bir zorunluluk mu; yoksa tercih mi? İmamoğlu’nun bir siyasal liderlik gösterdiğini düşünüyor musunuz? 

Ekrem İmamoğlu, genel başkanlık için Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı siyasal ve ideolojik farklılıklar içeren bir kadro ve bir eylem ve söylemle çıkmadı. Sadece “değişim” dedi. Adayların belirlenmesinde daha geniş katılım, kadınlara ve gençlere daha fazla olanak, örgüte daha fazla söz hakkı gibi marjinal değişiklikler önerdi. Onları zaten CHP Genel Merkezi de savunuyor. Bu açıdan Genel Başkanlık açısından pek bir şansı yoktu. Üstelik İmamoğlu başarılı bir belediye başkanıdır. CHP içinde İstanbul’u kazanma şansı en yüksek olan kişi olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, genel başkanlık yarışını bırakıp, İstanbul Belediye Başkanlığına yoğunlaşmak kararı son derece doğrudur. 

CHP kurultayında, örgüt Kılıçdaroğlu ile yola devam derse; hem 6’lı Masa’da yaşananlar, hem seçmenin üzüntüsü, öfkesi dikkate alındığında, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa devamı yerel seçimleri nasıl etkiler? Seçmenin oy verme pratiği açısından değerlendirildiğinde CHP’yi ne bekliyor, öngörünüz nedir? 

Toplum, demokratlar ve CHP’li seçmenlerin 14-28 Mayıs seçimleri sonrasında yaşadıkları şok, küskünlük ve tepkilerle yerel seçimlere giderse, CHP elindeki pek çok belediyeyi kaybedebilir. Dolayısıyla CHP’nin ve muhaliflerin bu küskünlük ve tepki havasını mutlaka aşmaları gerekiyor. Ama bir yandan iktidar ve iktidarın tetikçi ve trolleri, bir yandan küskünler, CHP ve Kılıçdaroğlu aleyhine oluşan bu atmosferi sürekli besliyorlar. Dolayısıyla bu havadan kurtulmak o kadar da kolay olmayacak. Şimdilik CHP’de bir genel başkanlık değişimi pek muhtemel görünmüyor. Zaten parti içinde siyasal ve ideolojik farklılıkları savunan bir kadro da yok (Potansiyel adaylar var ama onların da tabanda ve partide kadroları yok). Yerel seçimlere Kılıçdaroğlu ile gidilirse, yukarda sözünü ettiğim olumsuz atmosfer CHP’nin oy oranını olumsuz etkileyebilir. Pek bu hava nasıl aşılabilir: CHP ancak doğrudan seçmenle yüz yüze, sıcak ilişki kurarak bu havayı dağıtabilir: 

1) İktidarın haksızlık ve hukuksuzluklarına karşı her olayda, mitingler, yürüyüşler yaparak karşı çıkılabilir. 

2) Ekonomik ve mali iflas da çeşitli meslek kuruluşları ve Demokratik Toplum Örgütleriyle işbirliği halinde mitingler ve yürüyüşler yapılarak kamuoyunun dikkatine sunulabilir. 

3) CHP’nin şu anda en büyük gücü başarılı belediye başkanlarıdır. Genel Merkez ve Genel Başkan bunları öne çıkaran toplantılar, mitingler, yürüyüşler, hareketler düzenleyerek seçmenle sıcak temas kurmalıdır. 

Özetle sadece medyaya ve sosyal medya mesajlar vererek genel seçimlerden sonra oluşan olumsuz hava dağıtılamaz. Mutlaka, ama mutlaka dinamik ve seçmenle sıcak temas kuran etkinlikler gerekmektedir. 

Akşener’in 26 Ağustostaki çıkışının duyurulduğu gibi Türkiye siyasetinde seyri değiştirecek bir etkisi oldu mu sizce? Hem 24 Haziranda kongrede hem Afyon’da Kılıçdaroğlu’nu hedefe koymasına ne diyorsunuz? Son olarak; Akşener’in seçime her yerde tek başına girme iddiasını gerçekçi buluyor musunuz? 

Akşener yeni bir şey söylemedi. Sadece seçimin kaybedilmesinde oynadığı başat rolü gizlemek için Kılıçdaroğlu’na saldırdı. Yapılan ileriye dönük kestirme hesaplamaları, İYİ Parti yerel seçimlere tek başına, kendi adaylarıyla girdiği takdirde, hemen hemen hiçbir ciddi başarı gösteremeyeceğini belirtiyor. Buna karşılık CHP de, İYİ Parti ile ittifak etmez ise önemli kayıplara uğruyor. Bu gerçeklerin ışığında partiler ne yapar bilemem. Çünkü akıl, mantık, rasyonellik egemen değil, egolar ve koltuklar devreye giriyor. 

Tarikat ve cemaatlerin devlete yönelik ilgisi, ilişkisi hep vardı; ama özellikle Erdoğan’ın yeni iktidar modelinde olduğu kadar hiçbir dönemde görünür olmadı. Türkiye’de bu yapıların dünü ve bugününü yeni rejim özelinde nasıl değerlendirirsiniz? Bir de özellikle 14 Mayıs sonrası mecliste Hüda Par / Yeniden Refah, dışarda kimi tarikat ve cemaatlerin açıklamaları ve en son İstanbul valisinin açıklaması da düşünüldüğünde cumhuriyetin kazanımları, laiklik ve 100. yıldaki bu cüretkâr tutum için ne söylemek istersiniz? 

Erdoğan/AKP iktidarı 21 yıllık dönemde önce Gülen Cemaati ile ittifak ederek devleti ele geçirdi, sonra onu FETÖ/PDY terör örgütü ilan ederek ondan boşalan yere başka cemaat ve tarikatları getirdi. Ne yazık ki bu tarikat ve cemaatlerin kurdukları dernekle ve vakıflarla resmî protokoller imzalayarak onları Milli Eğitim başka olmak üzere pek çok önemli devlet faaliyetinin içine soktu. Son genel seçimlerde de büyük ölçüde güç kaybettiği için bu kez açıkça Demokratik Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimine karşı olduğunu ilan edenlere milletvekilliği verdi. Şimdi bu gücü elde etmiş olan müttefikleri aracılığıyla Anayasa’nın değiştirilemeyecek, değiştirilmeleri teklif daha edilemeyecek olan ilk dört maddesini hedefliyor. Cumhuriyetin 100. yılında Cumhuriyeti yok etmeyi hedefleyen bu çabaların hedeflerine varacağını sanmıyorum. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, sadece insan haysiyetine değil, insanlık tarihinin genel evrim çizgisine de uygun olduğu için onu, tarihte geriye giderek, bir din devletine dönüştürmek pek olanaklı değildir. Son söz olarak insanlığın Adalet, Özgürlük, Eşitlik arayışının sonsuz bir mücadele olduğunu söylemeliyim: Bu mücadele öyle tek bir seçimle ne nihai olarak kazanılabilir ne de yok edilecek bir biçimde kaybedilebilir. Ezelden beri başlayan ve ebediyete kadar sürecek bir mücadeledir Adalet, Özgürlük ve Eşitlik savaşımı!