Savaşın hayatımızı işgal ettiği her dönemde siviller en ağır bedeli ödeyenler olmuştur.

Savaşın hayatımızı işgal ettiği her dönemde siviller en ağır bedeli ödeyenler olmuştur. Kurşun’un adres sormayacağına dair kaoslu cümleler, namluların ucuna takılan süngüler gibi bu dönemlerde hep hücum emrini beklemesi de tesadüfü değildir.
Savaş entelektüelleri var artık.
Onlar aynı zamanda birer terör uzmanı olarak alanlarını genişletiyor ve çevrede barış diyerek konuşmaya çalışanları dirsek darbeleriyle saf dışı bırakıyorlar.
Operasyonel düşünme yeteneklerini iktidara akıl diye sunarak paralel bir elektrik akımı yaratmanın heyecanı için de konuşup, yazıyorlar. Savaş dönemlerinin basın mitralyözleri en adi yöntemlerle manşetlerle pusu kuruyor ve ağırlaştırılmış “Katil Sizsiniz”  manşetlerini, hedef gösterdiklerine dair işledikleri nefret suçunu milli hassasiyetle ambalajlayıp sokağa salarak “bir mermi de benden” demenin ölümcül hazzını yaşıyorlar. Sonra sivillerin öldürülmesi üzerine yeni doktrinler geliştiriyorlar. Sivil alanda siyaset yapanları hedefe koydukları manşetlerini unutup, “terör sivilleri vuruyor”, “Allahsızlar” diyerek 90’lı dönemlerin psikolojik harp yöntemlerini yeni konsepte uyarlıyorlar.
Şüphe ile öldürülenler ile şüphe-siz öldürülenler birbirinden ayrıştırılarak konseptin eleğinden geçiriliyor. Şüphe ile öldürülenler devletin yanlışlıkla öldürdüğü sivilleri kapsıyor ve o sivillere dair medyaya şüphelinin intihar eylemcisi ya da akli dengesi yerinde olmayan bir vatandaş olduğuna dair bilgi  servis ediliyor. Şüpheli intihar eylemcisi 7 çocuk annesi ve Türkçe bilmeyen ve “dur” ihtarını anlamayan bir kadın, bir anne ölüyor. Bingöl’de karakolun karşısında bir bankta oturan ve Türkçe bilmediği için şüpheli olduğuna inanan karakol polisleri tarafından göğsünden vurularak öldürülüyor Gülistan Tosun.
Türkçe bilmeyen kaç bin şüpheli var bilinmez ama bilinen bir şey var o da devletin kendi öldürdüklerinin sayısını kendisinin bile bilmediğidir.
PKK tarafından gerçekleştirilen son eylemlerde ölen sivillere dair örgütün yaptığı açıklamayı bilerek ıskalayan ve önemsiz hale getiren anlayış, ölen siviller üzerinden terör propagandasını genişletirken, devletin katlettiklerini saymamaya özen gösteriyor.
Batman’da 22 Eylül günü  yaşanan eylem ve arkasından gelişenler yine bu ayrıma tabi tutuluyor. Şüphe ile ve şüphe-siz öldürülenler olarak ayrıştırılıyor. İki çocuk babası İnşaat işçisi Fethullah Tokay’ın yargısız infaz edildiği gerçeği hasıraltı ediliyor. Devlet için Fethullah Tokay  şüphe-siz terörist.
Batman valiliğinin basına sunduğu Mobese kayıtları “sivilleri onlar öldürdü” diyor ama görüntüler hiçbir şeyi anlatmıyor. Anlatmıyor çünkü Valilik görüntüleri arkasındaki medya desteğiyle devşirip kanıtmış gibi sunuyor. Roj Tv de yayınlanan ve bir telefon kamerasıyla çekilen görüntüler ise terör propagandası kabul edilerek yokmuş gibi davranılıyor.
“Çocuklar için Adalet Çağrıcıları’nın yaptığı araştırmaya göre, AKP döneminde polis kurşunuyla bölgede öldürülen çocuk sayısı da 60’ı geçmiş durumda.
2004 yılında Mardin’in Kızıltepe İlçesi’nde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, evinin önünde babası ile birlikte 13 kurşunda öldürüldü. Öldüren polisler beraat etti.
28 Mart 2006 tarihinde Diyarbakır’da gerillaların cenaze töreninden sonra yaşanan ve dört gün süren olaylarda çoğunluğu çocuk 13 kişi polis kurşunuyla öldürüldü. 9 yaşındaki Abdullah Duran, 8 yaşındaki Enes Ata, 8 yaşındaki İsmail Erkek, 17 yaşındaki Mehmet Akbulut ve 17 yaşındaki Mahsuni Mızrak Diyarbakır’da; 3 yaşındaki Fatih Tekin Batman’da; 17 yaşındaki Ahmet Araç Mardin’in Kızıltepe İlçesi’nde öldürüldü.
 5 Eylül 2006 tarihinde Batman’da 11 yaşındaki Mizgin Özbek ailesiyle birlikte askerler tarafından taranan araçta öldürüldü.
2008 yılında Şırnak’ta bir protesto gösterisinde 12 yaşındaki Yahya Menekşe polisler tarafından öldürüldü.
2009 yılının Hakkari’de Abdülsamet Erip (14) öldürüldü. Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde 18 aylık Mehmet Uytun adındaki bebek, evde annesinin kucağında iken polisin kullandığı gaz bombasının isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi. Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde Ceylan Önkol (12) askeri mühimmatın patlaması hayatını kaybetti.
2010 yılında Şırnak’ta Fırat Basan (14); Van’da Canan Saldık (16); Hakkari’de Enver Turan (15) ve Ahmet İmre (15) öldürüldü.”
Liste uzayıp gidiyor.
Ahlaksızlık burada ortaya çıkıyor. Onları ilişik medyanın manşetinde görmedik hiç. Çünkü onlar Kürt çocukları ve değerleri konjonktüre göre belirleniyor.
Psikolojik savaş şimdi sivillerin üzerinden yürütülüyor. Devlet için artık onlar çok değerli. Ne kadar çok ölürlerse (kimin öldürdüğü fark etmez) o kadar çok propaganda demek. Özel Harp mutfağında pişirilen birer malzeme olmaktan öte bir şey değil siviller.
Başbakan’ın “Müslüman Kürtleri” PKK ile savaşa çağıran o cümleleri hatırlarsak eğer neden sivil Kürtler üzerinden bu savaşın yürütüldüğünü anlamış oluruz. Başbakan’ın “Mabetlerinizi bombalıyorlar” kışkırtması Maraş, Sivas, Çorum’da Alevileri katletmek için kullanılan kara propaganda benzerliği az buçuk bu tarihleri bilenler için yabancı değildir. Devletin dili provokasyonlardan türetilmiş kirli bir dildir ve konuşan devlet hafızası ile konuşmaktadır.
Şu an sivil alanda uykuya yatırılan Hizbullahçıların yakın dönemde uyandırılacağının ve devreye sokulacağının işaretleri verilmektedir. Sivil alanın devletin denetiminde olan bir örgüt eliyle doldurulması planlandığı çok açık. Örgütün liderlerinin dışarıya salarak, bölgede faaliyet yürüten kurumların elinin hem psikolojik hem de moral olarak güçlendirilmesini sağlayan iktidar, din’i mevziiye sürüp “Mabetlere saldırıyorlar” diyerek mesajını bölgenin kontralarına iletiyor.
Savaşı hak etmiyoruz ama Barış’ı sonuna kadar hak ediyoruz. Tüm Türkiye halklarının üzerine uygulanan karartmanın içinde birbirimizi tanımadan,  birbirimizin gözlerine parmaklarımızı sokarak yaşamamızı istiyorlar.
Savaş büyüdükçe hepimiz kirletileceğiz. Hepimizin vicdanları zapturapt altına alınarak savaşa suç ortağı yapılacağız. Barış’a nefes alacağı bir alan yaratılmazsa eğer, öldürülen siviller üzerinden sürekli olarak nefrete bilenecek ve birbirimizi yok etmek için siperler kazacağız.
Gerçeği ve adaleti aramadığımız sürece şüphe ile öldürülen ve şüphe-siz öldürülenler çoğalacak ve bizler seyrederken aslında birer şüpheli olacağız.