Güzel sözcük. Hemen ‘yolluk’ sözcüğünü çağrıştırıyor. İkisi de lezzeti çağrıştırıyor elbette. Aslında dünyanın tüm sözcükleri diyelim, henüz söylenmemişler de içinde, aynı şeyleri çağrıştırıyor. Aynı şey deyişim, alışkanlık anlamında değil, değişmeyen şey anlamında. Başında da aşk geliyor. Aşk ve ölüm arasında yaşayıp gidiyoruz. Aşka doğup aşkla gidiyoruz. Aşk, tadımlık, hayat, yolluk. Ölüme diyecek bir şey bulamadım. […]

Tadımlık

Güzel sözcük. Hemen ‘yolluk’ sözcüğünü çağrıştırıyor. İkisi de lezzeti çağrıştırıyor elbette. Aslında dünyanın tüm sözcükleri diyelim, henüz söylenmemişler de içinde, aynı şeyleri çağrıştırıyor. Aynı şey deyişim, alışkanlık anlamında değil, değişmeyen şey anlamında. Başında da aşk geliyor. Aşk ve ölüm arasında yaşayıp gidiyoruz. Aşka doğup aşkla gidiyoruz. Aşk, tadımlık, hayat, yolluk. Ölüme diyecek bir şey bulamadım. Hem ne bulsam, beğenmezdiniz!

Tadımlık, demek ki rengini, tadını aldığı şeyden, aşktan ötürü, böyle güzel görünüyor göze, gönüle, yüreğe… (Bu arada ölüm için ‘kuşluk’ diyecek oldum ama vazgeçtim!) Aşk da vücud bulduğu dünyaya ne kadar benziyor değil mi? İkisi de tadımlık. Yunus Emre’nin dediği gibi: “Geldi geçti ömrüm benim/şol yel esip geçmiş gibi/hele bana şöyle gelir/şol göz yumup açmış gibi.” Her şey tadımlık bir bakıma. (Ölüm için ‘uçumluk’ geldi aklıma, unutmadan yazayım dedim şuraya, olursa…)

Yılın ilk yazısı bu. Yılın ilk karı gibi. Ve aşkın ilk yılı gibi. Yıl kendini yeniledikçe, kar şiir gibi yağdıkça, aşkın da yüzü güler ve güldürür. Belki de 25 yıl önceki bir şairin “aşk yüzünü güldürsün kocadığında” dediği gün, bugündür. Ve bugünden tezi yoktur aşk için.

Aşkın amortisi yoktur ama tesellisi vardır, o da bazen bir küçücük şiir, bazen de şu yağdı yağacak ipekten kardır. Tadımlık işte. “Dünya bir gölgelikmiş” diyen de, “bu dünya bir pencere/her gelen bakar geçer” diyen de, pencerenin güzelliğinden, gölgenin tadından değil, yaşamın tadımlık olduğundan söz ediyor. Yaşamı da, aşkı da bundan seviyoruz belki de, doyumluk değil tadımlık olduğundan. Tadı damağımızda, aklımızda, fikrimizde, gönlümüzde, gözümüzde kaldığından.

Bu yıl ‘hiç tadım tuzum yok!’ demeyeceğimiz tadımlık bir yeni yıl olsun. Öz. İçten. Sıkı. Yakın. Yalın. Duru. Aydınlık. Mavi. Güneşli. Neşeli. Sevgili. Sevinçli. Kibirsiz.

Bazılarına komik de gelse söyleyeceğim, laik mi laik bir yıl olsun en başta da. ‘Laikçi Teyzeler’, ‘Cumhuriyetçi Elitler’,‘Gavur İzmirliler’ filan deyip, dalga geçerek yitirdiğimiz ne varsa, onları yeniden kazanmaya başlayacağımız kadar yeni bir yıl.

Yeni yılda da yolculuklar yapacağım çünkü yolculuk da aşk gibi, kar yağması gibi, yaşamak gibi, tadımlık duygusunu yaşatan en şahane şeylerden. (Ölüm için ‘gidimlik’ desem, sanki bundan yol anlaşılacak gibi!) Bu yolculukların ilki de yeni şiir kitabım! Diyeceksiniz ki, belki de demeyeceksiniz, ama ben söyleyeyim: Yazıyı da, şiiri de hemen tüm yazanlar ve tabii okuyanlar gibi yolculuk olarak düşünen, düşleyen ve eyleyen biriyim. Hal böyle olunca da bu yolculuğun hiç bitmemesini dileyenlerdenim elbette.

Değil her kitapla, her şiirle yeni bir yolculuk başlar. Kitapla ilk yolculuğum diyeyim, 38 yıl önce başladı, 1981 sonunda Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan Karşılığını Bulamamış Sorular adlı ilk kitabım yayımlandı. Çok sevdiğim arkadaşım Adnan Azar’ın Unutmak Suları kitabıyla birlikte. Kitapları elimize alıp Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye doğru yokuşu koşarak inmek gibi bir düşümüz vardı. Şimdi Adnan yok, soracak kimse de yok, ben de unuttum, koştuk mu koşmadık mı? O zamanın rüzgarları gençlikten yana eserdi. Koşmasak da ne gam, rüzgarımız vardı!

Saymadım, herhalde 30’u geçmiştir şiir ve düzyazı kitaplarımın sayısı. 2019’ın Ocak ayında yayımlanacak İdilikler başlıklı şiir kitabım ise, sanki ilk kitabım gibi! Doğrusu ilk kitabım çıktığında sevinmiştim ama bunca heyecanlanmamıştım, şimdi ilk kez yazıyor, şiire yeni başlıyor gibi hoş duygular içindeyim!(Bu arada ölüme henüz bir söz uyduramadım!)

Bu daha başlangıç demeyi seviyoruz ya, başlangıç duygusuyla devam etmeyi de seviyor ve istiyoruz! Aşkla devam, iyiliğe devam, barışa devam, özgürlüğe derken, şiirle başlıyoruz. Adı “Güzel Rubai”: “yolun sende başlayıp sana dönmesi ne güzel/ baharın sende başlayıp yaza dönmesi ne güzel/binlerce kuşun sesi açıyor gibi omuzlarında/aşkın sende başlayıp nara dönmesi ne güzel”.

Tadımlık, yarıda değil, tadında bırakmaktır, ölümdür yarıda bırakan. Öyleyse tadında bırakmaya doğru birkaç şiir daha okuyalım İdilikler’den. Bu da “Elma” tadında olsun “Seni elma yerken görünce/canım elma değil/seni çekiyor/…/Ah seni elma soyarken/ görsem bir de!” Şiirin işlerinden biri de doğallığa devam değil midir? “Senin Kırların” şiiri de bu doğallığın sürmesi için yazıldı işte: “Senin kalbin boşuna mı nar rengi/ senin ruhun boşuna mı masmavi/senin rüyan boşuna mı gür yeşil/senin adın boşuna mı gülüşlü?/…/Şiir senin kırlarından toplanır!” Ve şiirin birden “Koş!”acağı tutar, şair genç değildir ama bu kez rüzgar, aşktır, aşkla koşar: “Durma beni bir aşka koş/ ovanda düzünde atın olayım/kapına sürgün itin olayım/terleyen gülünü geceye çıkar/ incecikten dökülen sütün olayım/kökü şiirde dutun olayım/dumanı kederde tütün olayım/durma beni bir aşka koş/iki yarımdan bir elma bütün olayım/durma beni bir kırmızı akla koş!” Tadımlık dedik, tadında bırakalım, “Göğ’deli” şiiriyle, veda etmeyelim hayır, bu daha başlangıç diyelim, Hazirana devam diyelim: “Göğ’/delisin/ üzümlerin/senin/taze/kişniyor/şenliğin/toy/şarabın/tay”.

Nar’ımın annesi, sevgilim İdil’ime 8 Ocak 2019 armağanı olan İdilikler, 27 Temmuz 1996 tarihli “Onların kelimeleri de nişanlıydı” cümlesiyle sürüyor. Cümlemiz aşk olsun, cümlemize aşk olsun!