Sabah saatlerinde bir vapurla Kadıköy’den karşıya Karaköy’e geçiyordu. Gazete okumasından boyalı ayakkabılarına, boyun atkısından şapkasına kadar her şeyi ile geçmiş zamanların şık bir İstanbullusu olduğu belliydi. Vapur Haydarpaşa Gar binasının hizasındaydı, telefonu çaldı. Telefonun diğer ucundaki “nasılsın?” diye sormuş olacak ki “nasıl olayım, çok çok iyiyim” dedi. Sonra da iyi olmasının gerekçelerini sıralamaya başladı:

Öncelikle dünyanın en ileri demokrasisine sahip bir ülkede yaşıyorum. Vatandaşlık bakımından benzersiz haklara sahibim. Çağdaş bir ülke olabilmenin tüm kurumları yerli yerinde… Hukukun üstünlüğü ise en önde geliyor!

Yargının bağımsızlığı desen kimse üstüne toz konduramaz.

İfade özgürlüğü için tek kelime ile “mükemmel” deniliyor.

∗∗

Basın hürriyeti eskisiyle kıyaslanmayacak boyutlarda gelişti. İktidarın en ufak bir yanlışı daha ilk adımda yerden yere vuruluyor. Hükümet anında açıklama yaparak özür diliyor. Mağdur olanlar varsa derhal telafi ediliyor. Eğer bu durum bir yerleşimi ilgilendiren boyutta ise çok hızlı biçimde müdahale ediliyor. Mesela hatalı bir karar ile kıyı şeridine yol yapmak için deniz mi dolduruldu? O bölgenin ahalisi de “biz o bölgede yazın yüzüyorduk, doğal plajımızın içine ettiniz” diye tepki gösterdiler. Yönetim derhal olay mahalline en üst düzeyde müdahale edip, eski alışkanlıkla, ihale sözleşmesini imzalamadan dolgu çalışmasına başlayan müteahhit firmaya, denize dökülen malzeme vinçlerle çıkarttırılıyor. Kıyı şeridine Mısır’dan özel olarak getirilen beyaz kumlar dökülüyor. Bunun için de müteahhit firmaya beş kuruş ödenmiyor.

Bu anlattıklarım en sıradan olanı. Bir başka ülkede yaşanması mümkün olmayan güzellikte gelişmelere tanık oluyoruz. İktidara gelen partilerin üst düzey yöneticileri, şirketleriyle bütün bağlarını kesiyorlar. Siyasete girmeden önce edindikleri malvarlıklarının yönetimi için devletten kayyum atanmasını istiyorlar.

Mahkemelerde en ilgi çekici davaları kadınlar ve çocukların başvuruları oluşturuyor. Geçenlerde sınavlara hazırlanan bir öğrenci, babasına karşı dava açtı. Arkadaşlarını evine çağırıp televizyonda futbol maçı izlerken çok gürültü yaptıkları için, “mahkeme babaya on hafta maç izlememe cezası” verdi.

∗∗

Kadın hakları bakımından da çok parlak bir dönemin içindeyiz. İnanmayacaksın ama “kadına yönelik şiddet” meselesi de halloldu, neredeyse… Neden böyle söylüyorum? Çünkü son bir yılda “eşine karşı yüksek sesle konuşma” alışkanlığını sürdüren üç erkek ceza aldılar. İki hafta boyunca AVM’lerdeki kadın tuvaletlerini temizlediler.

Cezaevlerinde “fikir suçlusu” olarak tek tutuklu ve hükümlü bulunmuyor. Cezaevleri turizm sektörüne devrediliyor. Hayatlarında hiç hapis yatmamış olanlara beş yıldızlı otel fiyatından hücre kiralanıyor. Bedeli karşılığında ek hizmetler de var. Konaklama artı işkence için ekstra fiyat söz konusu!  

Bazı aklı evveller gazeteciler, politikacılar için suç duyuruları yapmak gafletine bulunuyorlar. Ama bağımsız yargının özgürlük yanlısı savcıları “sen nasıl bir insansın” diyorlar:

- Fikrin suçu mu olur? 

Bütün partiler demokratik olma yarışındalar. Hepsi adaylarını tüm üyelerin katıldığı ön seçimle saptıyorlar. O yüzden seçimler sportif etkinlikler kadar ilgi çekmiyor. Hangi parti kazanırsa kazansın sonuç değişmiyor:

- Her yerde demokrasi var!

Teknoloji alanında da çok ilerlemiş bulunuyoruz. Devlet isteyenler arasında kura çekerek kazananları hafta sonlarında ailece Ay’a pikniğe götürüyor.

İşte bu nedenlerden ötürü çok iyiyim. Hepimiz iyiyiz. Toplum olarak kafamız güzel. Sana son bir şey söyleyeyim:

- Tarihin en parlak yıllarını yaşıyoruz!