Hah! Peki, neden Amerikan Tanrıları? Zaten bizim meşhur Ulu Manitu vardı, Aztek, İnka, Maya tanrıları da, ne gerek vardı yine ve yeniden kaosa ve şamataya? Çünkü yeni kıtanın, pek bilinmeyen tanrıları yalnız kalmasın diye, cümle istilacılar, işgalciler, göçmenler, kendileriyle birlikte, tanrılarını da taşıdılar Amerika’ya…

Teknoloji, bağımlılıktan da öte…

ALPER TURGUT

Önce kitap, ardından da dizisi geldi, asri zamanların yeni tanrısının teknoloji olduğunu tane tane anlata anlata, resmen kafalarımıza çaka çaka… Evet, Amerikan Tanrıları (American Gods) dizisinin, sekiz bölümlük ilk sezonunu seyrettikten sonra, üstüne bik bik etmek de, kuşkusuz zaruri oldu. İnsanın inanç serüveni, şüphesiz kadim çağlara dayanıyor, işte çok yaşlı tanrılar ve tanrıçalar, sonrasında onların yerini alan hayli eski tek tanrılar, bizler inandıkça ya var oldular, ya da kayboldular. Kitap ve devamında da dizi, dünya ile anlaşan medya ve teknoloji adlı yeniyetme ilahların, kıdemli yaratıcılara meydan okumasını, anımsanmamanın veya unutulmaya yüz tutmanın öfkesi ve hüznüyle dolu olan eskilerin de haddinizi bilin lan diyerek, onlara savaş açmasını kurguluyor, özetle. Yani kendilerine artık adak adanmayan, dua edilmeyen, yardım istenilmeyen tanrı grubu, üzülüyorlar, imreniyorlar, kıskanıyorlar, muktedirlik dönemlerini özlüyorlar.

Efendim, şimdi mümkünse dürüst olalım, medyayı direkt geçelim, onun pek ederi yok, gücü de hızla tükenmekte, elbette kendi hatalarıyla… Şeytanın Avukatı filminde; canımız ciğerimiz, en hakiki iblisimiz Al Pacino; “Kibir, en sevdiğim günahtır!” diyordu. Medyada, bunca kibir varken, böbürlenmek ve kasılmaktan, resmen şuurunu yitirmişken, bırakın tanrı manrıyı, cacık bile olmaz, olamaz haliyle. Haaaa, her şeyin tanrısı olabiliyorsa, medya da afra tafra tanrısı olabilir, bakın bu gayet mümkündür. Şakası bir yana, medyanın ülkemizdeki hali, harbiden içler acısı, ona hak etmediği payeler vermeye de, üstünde durmaya da değmez. Unutmadan, adaletin de bir tanrısı varsa şayet, bizim memleketi pek sallamıyor, hiç ciddiye almıyor, yani bizde hukuk, haliyle gak guk.

Gelelim teknolojiye, işte orada esas duruşa geçecek, iyi veya kötü, hakkını teslim edeceğiz. Hayatlarımızın içine etti, içinden geçti resmen. Selfi çekerken uçurumdan düştü öldü, morgda ölülerle fotoğraf çektirdi, bilgisayar başında saatlerce oyun oynayan genç adam, yaşamını yitirdi, falan filan, hadi bunlar kendine zarar ziyan, peki şu habere ne demeli? “Cezayir’de, Facebook’ta 1000 “beğeni” almak için bebeğini, bir binanın 15. katındaki camdan sarkıtan kişiye, mahkeme tarafından iki yıl hapis cezası verildi.” Bu delilik durumu, bu bağımlılık hali, giderek daha da vahim bir şekle bürünmekte, “teknoloji tanrısı”, bunca dangalak bulunca, keyfine keyif katmakta, “para tanrısı” bile hasedinden kudurmakta, illa… Teknoloji, belki de tanrı değildir, yeni nesil bir şeytandır, ya da tazesinden günah keçimizdir, hani suçlu arayacaksak, orası kolay, bari üretmiyoruz teknolojik şeyleri, tüketelim çılgınca, tüketelim manyakça, tüketelim hunharca, sonra iyice bokunu çıkartır, başımıza bir güzel bela açarız. Veya içimizdeki ilkel kazanır, hep beraber mağaramıza kaçarız.

Nuriye ve Semih’in ve elbette Veli’nin, binlerce insan işinden gücünden olmuşken, KHK ile memuriyetleri sonlanmışken, diğerlerinin durması, üçünün hakkını araması, hepimizin yarasına dönüşmekte, bilmem bana katılır mısınız? Bunun teknolojiyle ilgisi nedir diye sormazsınız umarım. Evde kös kös oturup, bu zamazingolar aracılığıyla seyrediyoruz, içimizdeki ruhu öldürüyor bu süreç, bizleri robotlara çeviriyor, miskinlere, bezginlere, yılgınlara dönüştürüyor. Ne yazık ki… Zaten artık tatil yapmıyoruz, gezmiyoruz, tozmuyoruz, salt paylaşım yapıyoruz. Beğeni kazanalım derken, güzel anları ıskalıyoruz, bizi izleyenler de kâh kıskanıyor, kâh bu yeni aidiyetin temeline harç katıyor, gazlayarak… Bunun kazanç kapısına dönüşmesini anlarım, beğenilme arzusunu kavrarım, ancak insanlıktan çıkmayı, uçları savrulmayı, kendimizi veya başkalarının hayatını tehlikeye sokmayı anlamam, anlayamam.

Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin, yedi sene sonra komşusu Hindistan’a geçilecekmiş, yani hızla ürüyoruz, giderek çoğalıyoruz, gelecek kuşaklar, yeni, yepyeni icatlar bekler bizlerden, teknolojinin freni çoktan bozuldu, iniyor son sürat, yokuş aşağı… Silikon Vadisi de neymiş, silikon dünya şart oldu bize, hepimize… Adalet yürüyüşü sırasında, ahali CHP liderinin spor ayakkabısına taktı kafayı, işte son teknoloji ürünüymüş, rahat taban, yol tutan, aman aman, bla bla bla… Eleştirenler ise apayrı bir âlem, bunu teknolojik cihazlar aracılığıyla yapıyor, kafaya gel! Bu ayakkabı ABD ürünü, eee senin kullandığın telefon da keza öyle, harbiden derdin nedir? Bizler, kullanışlı kullanıcılarız, paramızı buna yatıranlarız, son modelin peşinde koşuşturanlarız, ilk önce bizim olsun diye, kuyruklara abananlarız. Halimiz acıklı, halimiz perişan, halimiz tuhaf, lakin hala farkında olmayanlarız.

Hah! Peki, neden Amerikan Tanrıları? Zaten bizim meşhur Ulu Manitu vardı, Aztek, İnka, Maya tanrıları da, ne gerek vardı yine ve yeniden kaosa ve şamataya? Çünkü yeni kıtanın, pek bilinmeyen tanrıları yalnız kalmasın diye, cümle istilacılar, işgalciler, göçmenler, kendileriyle birlikte, tanrılarını da taşıdılar Amerika’ya… Kaynaşalım, barışalım diye bir seçenek yoktu elbet, savaş naraları arasında, can almaya, mal, toprak yağmalamaya gelenler için… Misafir, umduğunu da yedi, bulduğunu da, evin sahiplerini tüketti, yok etti. Kuzeyli savaşçı Vikinglerden, Afrikalı bahtsız kölelere, onlardan Uzak Doğululara hemen herkes tanrısını da getirdi, kimi zamanla unuttu, kimi yenisiyle değiştirdi, kimi tanrısız da mümkün dedi, kimi tanrıları, tanrıcıları kafasına göre birleştirdi. İnsanlar öldükçe, tanrılar da öldü, insanlar unuttukça, tanrılar yok oldu. Tam dram, tam…

Tanrıların bile unutulduğu yerde, yaşanan onca haksızlıklar, zorbalıklar, zalimlikler, unutulmaz mı? Elbette unutuyor insan, sonra bambaşka bir dalga geliyor, eziyor insan, insanı, bıkmadan, usanmadan… Hesaplaşmadan, hakkını aramadan, çözülmüyor işte hiçbir şey, yara asla kapanmıyor, kanıyor ha, kanıyor. Hakkı yenen insanları unutmayalım, binlerce yıllık çilemize çare arayalım, bulalım bir yolunu, bulalım artık.