Türkiye’yi sarsan Maraş merkezli iki büyük deprem (6 Şubat 2023) bu konu hakkında hiç ders çalışılmadığını ortaya koydu.

Burada birinci derece sorumlu olan iktidarın üslubu, olaya yaklaşımı “tarihî öneme” sahip. Depremlerin ardından iki gün ortalarda olmayan devlet, üçüncü gün “tehdit” ile ortaya çıktı:

-Not alıyoruz, hesabını soracağız!

Neyi not alıyorlardı?

Deprem bölgesinde yaşananları bütün çıplaklığıyla haberleştirenleri… İktidarın ilk “ciddi işi” sosyal medya haberleşmelerini engellemek oldu. Oysa sosyal medya üzerinden yapılan haberleşmeler ile pek çok depremzede enkaz altından sağ olarak kurtuldu.

İktidar medyasının gelişmiş olanaklarıyla deprem bölgesinden yaptığı ilk canlı yayınlarda felaketin boyutlarını değil müdahalenin “başarısını” anlatma çabası dayanışmayı da olumsuz etkiledi.

Bütün dünya seferber olmuş, arama kurtarma ekiplerini Türkiye’ye doğru yola çıkarmışlardı.

Ancak üçüncü günden sonra felaketin boyutları anlaşılmaya başlandı. Depremde ölenler biner, ikişer, üçer, dörder, beşer binlik sayılarla artıyordu.

Sahici haberleri ancak iktidar kontrolü dışındaki gazeteler ve televizyonların bölgeye ulaşmasından sonra öğrenebildik.

İktidarın seçim yatırımı olarak ilan ettiği imar afları bölgedeki insanlar için “idam cezası” olduğu yaşayarak daha doğrusu ölerek öğrenilebildi. Cumhurbaşkanı’nın tek imzasıyla “deprem riski bulunan bölge” statüsü kaldırılan Hatay’daki mahallelerde yıkılmayan bina kalmaması iktidarın –en azından- başını öne eğip özür dilemesini gerektiriyordu.

Ama öyle olmadı. Bu kadar büyük bir felakette bile ağızlarda pelesenk olan “birlik ve beraberliği” getiremedi.

İnsanlar cenazelerde küskünlükleri dargınlıkları bir kenara bırakıp taziye kuyruğuna girerler. 40 bini aşkın ölüm dahi iktidarda “acıyı paylaşma” duygusu sağlayamadı!

Tam tersine şiddetli ve hiddetli öfke nutukları deprem bölgesi üzerinden bütün ülkeye yayıldı. Anlaşıldı ki on şehri yerle yeksan eden depremler ancak “ikinci derece felaket” olarak kabul edilecektir!

Cenaze namazında dua etmek yerine küfür edene ne denir? Bunu sahici dindarlar belki açıklayabilirler!

Enkazdan sağ çıkabilenlerin “yardım edin” çığlıklarını duyuran yayın organlarından TELE1’in üç gün (23-24-25 Şubat) ekran karartma cezası “depremin ikincil felaket” olduğu tezini doğruluyor.

Esas felaket ülkenin büyük çoğunluğunun “düşman” olarak görülmesidir! Düşmana karşı yapılan her şey de mubahtır!

Çift maaş almasını kendi meşrebince “ahlaklı” bir davranış olduğunu açıklayan RTÜK’ün başkanı gerçek gazetecilik yapanları “düşman saflarda” kabul ediyor.

Bu anlayışın ülkenin yıkım günlerinde bile terk edilmemesi, İtalyan yurtseverlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında dillerinden düşmeyen direniş şarkısını akla getiriyor:

“Elleri bağlanmış zavallı yurdumun/ Her yanı işgal altında!”

Neyse ki elleri kolları bağlanamayan güçlü bir “deprem dayanışma” birliği oluşmuş bulunuyor. Deprem dayanışması, “özgür gazetecilik” için de çok gereklidir. TELE1’in ekran yüzlerine diğer kanallar yayın saatleri vermeliler. Göstermek gerekiyor ki bu ülkede gazetecilik yaşayacak. RTÜK’ün kararı/amacı bir şeyi çok net ortaya koyuyor:

-TELE1 değil Türkiye karartılıyor!

Not: Bu yazı henüz bitmişti ki RTÜK yeni cezalar verdi. TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’ın deprem bölgesinden katıldığı yayın nedeniyle Halk TV’ye, Merdan Yanardağ ile Emre Kongar’ın 18 Dakika programında depremle ilgili iktidar eleştirisi nedeniyle de TELE1’e yüzde 5 para, 5 kez de program durdurma cezası verildi.

Fox TV’de Orta Sayfa ile Halk TV’de Halk Meydanı programına özgürce kanaat oluşumunu engellemekten reklam geliri oranında yüzde 3’er para cezası verildi.