Toplumsal mücadele bir güç ve hesap işidir. Bu yüzden yalnızca siyasal mücadele yollarını adımlayarak değil aynı zamanda karşıt bir hegemonya kurarak toplumsal-siyasal bir güç odağı haline gelmek gerekir.

Toplumu olmayan değişim
Fotoğraf: Depo Photos

İlda Alçay SEPETOĞLU*

Seçimlerin ardından genel bir umutsuzluk, çaresizlik hissi toplum genelinde hâkim olsa bile, seçim sonuçlarının bir turnusol işlevi gördüğü açık. Uzun bir süredir sol cenah da dahil olmak üzere mücadele yöntemlerinde bir kafa karışıklığı, düzen içi muhalefet kurallarına göre “top çevirme” yaygın bir eğilimdi. Kısa vadede hızlı sonuç getiren popülist politikalarla siyaset yapma tarzının, uzun vadede ağır toplumsal sonuçları olduğu açık aslında. Özellikle parlamentarizme dayalı dar siyasi perspektifler, bir yandan toplumsal muhalefeti düzen için mücadele araçlarına sıkıştırıp çoğu durumda pasifize ederken, bir yandan olası bir sokak siyaseti tercihini, grevleri, direnişleri yani düzen dışı muhalefet kanallarını ötekileştirmeye ve sınırlandırmaya neden oldu.

Seçimin turnusol işlevi aslında biraz burada devreye giriyor. “Ne yapacağız?” sorusu şimdilik bütünlüklü ve yaygın olamasa da daha detaylı tartışılmaya başlanıyor. Çünkü görüldü ki 21 yıldır adım adım kurumsallaşmış bir rejim karşısında, parti örgütü ve tabanı olmadan, en geniş toplumsal muhalefeti yalnızca kâğıt üzerinde değil, siyasal sahnenin her alanında mobilize etmiyorsanız, yalnızca parti başkanlarının kişilik performansları üzerinden seçimin kazanılması mümkün değildir. Bu kez ayrıca bir farkla… AKP’nin yeniden kazanmasıyla, devrimci siyasetin yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu, solun ayakları yere basan bir toplumsal örgütlenmeye bugün, belki de dünden daha fazla ihtiyacı olduğu sonucunu ortaya koyarak…

Ancak burada şunu söylemek gerekiyor; bundan sonrasına bakarken, yalnızca “Sol neden kaybetti?” “Peki, şimdi ne olacak?” soruları eksik sorulardır. Evet solun toplumsal mücadele kanalları uzun yıllardır tıkanmış durumda. 

Ama nerede yanlış yapıldı meselesi, “seçimi kazanamadık ve yenildik” fikrini takip ederek tartışıldıkça, hem sırtını devrimci bir mücadeleye yaslamasını ve gücünü toplumsal örgütlenmeden almasını zorlaştıracaktır hem de solun bütün tarihini ve mücadele hattını sistem içi bir noktaya hapsedecektir. Nihayetinde seçimlerin kazanılması ikincil bir sonuçtur. Eksiklikleri ve hataları yalnızca burada arayarak doğru sonuca varamayız.

Dahası, tarihin bu denli tekdüze okunması mümkün değildir. Kazandık ve kaybettik meselesi bir futbol maçını yorumlar gibi sonuca ermez. Toplumsal olaylar kimi zaman sönümlense hatta bitmiş gibi görünse de tarihin belli uğraklarında bir önceki dönemin sırtında her an yeniden yükselme ihtimali de taşımaktadır... Mesele bütünlüklü bir okuma yapabilmek, doğru pozisyon alabilmek ve ona göre araçlar geliştirebilmektir.

Bugün yaşadığımız sosyal ve siyasal sorunlar ne yalnızca Türkiye’ye ne de bugüne özgüdür. Bütün genel krizlerin belirgin özellikleridir. Genel krizler, konjonktürel krizlerden farklı olarak doğrudan üretimin alanıyla ilgili yapısal sorunlardan kaynaklandığı için sadece ekonomik alanla sınırlı kalmaz, ekonomi dışı alanlara da sıçrar... Geçmişteki bütün büyük ekonomik krizlere baktığımızda sosyal ve siyasal istikrarsızlıkların, toplumsal parçalanma ve çatışmaların, uluslararası, bölgesel savaş ve iç savaşların, otoriter-totaliter ve militarist rejimlerin en çok bu dönemlere ortaya çıktığını görürüz. Nitekim 19. yüzyılın son çeyreğindeki genel kriz, 1. Dünya Savaşı ve imparatorlukların parçalanmasıyla; 1929 Krizi ise 2. Dünya Savaşı ve faşist rejimlerle sonuçlanmıştır. Irkçı, milliyetçi, mikro-milliyetçi, cinsiyetçi ve dinsel ideolojiler ile etnik ve mezhepsel çatışmalar da her zaman ekonomik kriz dönemlerinde yükselişe geçmişlerdir. Aslında bunların hepsi, yığınların dikkatini başka yöne çekerek gerçek sorunların üzerini örtmek, toplumsal hoşnutsuzluk ve tepkileri dizginlemek, emekçileri kendi içinde kültürel kimlikler üzerinden bölerek sınıf mücadelesini alanını daraltmak için uygulanan küresel sermaye stratejileridir.

Burada solun, sosyalistlerin devrimcilerin dikkatini vermesi gereken esas nokta, toplumda yer yer baş gösteren bazen küçük çaplı direnişler, grevler, eylemler, itirazlar, üzerinden ortaya çıkan eğilimlerdir. Türkiye’de toplumsal muhalefet uzun bir süredir kendini “AKP karşıtlığı” üzerinden konumlandırıyor. Oysa bu kimlik bir siyasal pozisyon değildir. Bir avuç zenginin karşısında siyasal bir kimlik ve pozisyon olusturmak demek, geçim derdimize, ekmek kavgamıza, güvencesiz geleceğimize dair taleplerin toplumsallaşması ve politikleştirilerek örgütlenmesiyle ilgilidir. Yani başlı başına sınıfsaldır. Yani AKP karşıtlığı sınıf siyasetine sırtını yaslayarak yükselen toplumsal mücadeleyle bütünleşmelidir.

Toplumsal mücadele bir güç ve hesap işidir. Bu yüzden yalnızca siyasal mücadele yollarını adımlayarak değil aynı zamanda karşıt bir hegemonya kurarak toplumsal-siyasal bir güç odağı haline gelmek gerekir. Bundan sonrasına dair düşünmemiz gereken şeylerden biri biraz da bu kısım.

Son olarak belki şunu ısrarla söylemek gerekir diye düşünüyorum; AKP karşısında mücadelede bugün artık bir tahayyülümüz olmak zorunda. Emeğin değersizleştiği, sömürünün ve adaletsizliği kanun olduğu, korku ve baskının hüküm sürdüğü bu düzenin sonsuz olmadığına dair bir tahayyül. Solun kendi gücünü yeniden bulması da siyasal İslamcı rejimin geriletilmesi de ancak böyle mümkündür.

*Araştırmacı.