Kadın, çırıl çıplak sırt üstü uzanmış. Kadının yüzü belirsiz, sol yanı başındaki çıplak erkek, sol koluyla kadının gövdesine uzanmış....

Kadın, çırıl çıplak sırt üstü uzanmış. Kadının yüzü belirsiz, sol yanı başındaki çıplak erkek, sol koluyla kadının gövdesine uzanmış, kolu dirsek bölgesinden kadının sol memesinin üstünden kadının sağ kolunu tutmuş. Dirseğinden. Erkekle kadının başkaca hiçbir teması yok. Erkeğin sağ diziyle kadının sol kalçası arasındaki boşluğa kadının sol kolu girmiş. Belli belirsiz. Turgut Uyar'ın bir yontusu bu. "Şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam" diyor, erkek. Aslında, kadın da... Sol kalçasıyla erkeğin sağ dizinin arasına elini koymuş sol eliyle, aslında kadın da, "şaşırdım hüznümü nereler bıraksam" demek istiyor.

***
1985 yılının parlak bir Ağustos günü, Rahva'dan süzülen bir otobüsle indiğim Tatvan'da, haftasına kalmadan postadan gelen zarfı yırtarak açarken, "Muş - Tatvan yolunda" kanayan bir yer olduğunu bilmiyordum. Kardeşim, el yazısıyla "yokuş yol'a"yı göndermişti. Defalarca okudum. Cumhuriyet Caddesi boyunca Van istikametine doğru saatlerce yürüdüm. Başka ne yapabilirdim? Saatlerce yürüdüm. "Kötü donatımlı bir asker" değildim. Yine de kanıyordum.

***
1981 sonu olmalı. Remzi Ağbi'nin Zafer Çarşısı'ndaki Toplum Kitapevi'nde "Divan"ı arıyorum. "Arıyorum" laf değil; sormuyorum, arıyorum. Bizim gibi işi erken öğrenen "yeni yetmeler", Remzi Ağbi'nin mekânında kitap sormaz, arardı.

"Divan"ı bulamadım. Yan tarafta gömleği, iki dudağının arasına sıkıştırdığı sigarasından düşen küllerin rengini almış bir adam, çayından son yudumu çekip, kafasıyla sağındaki rafı işaret ederek, "Evlat, gel bak burada 'Toplandılar' var dedi." "Ben de o var" dedim. Fazla değil on yıl önce, "boktan bir kış" geçmişti ve "bir sürü çocuk" öldürülmüştü. Ben de 1981 yılının o rezil kışında, o çocukların öldürüldüğü yaştaydım. Mezarda ve hapiste arkadaşlarım vardı. Veysel Öngören'le o gün ahbap olduk.

***
1976 yılında Seydişehir'de, eski toprak statta, yenenin "genç" amatör kümede şampiyon olacağı "o" maçta, Demirspor'a çok güzel bir gol attım. İleri çıktığım bir pozisyonda sağdan gelen ortaya kafamı uzattım, topu ağlardan çıkarmak için koştuğum kalenin direğine tekme attım. Bilerek yaptım bunu. Sakatlanmak istedim. İyi yaptığım bir şeyi, orda bırakmak istemiştim. Üstüme çullanan takım arkadaşlarımın altından kalkar kalkmaz, seke seke geldiğim taç çizgisinin önünde kulübeye "beni değiştirin" hareketi yaptım.

Turgut Uyar'ın yontusuyla karşılaştığım o kitapta, Erhan Altan'ın "Tomris Uyar'la Söyle-şp'sinde, Turgut Uyar'ın "hep bir yerlerini" kırdığını okudum. Nedense bana hep "ölmeyecek kadar yaralı" gibi görünmüş Tomris Uyar, Turgut Uyar'ın "hep bir yerini kırdığını" söylüyordu.

Çok komik gelebilir ama Tomris, futbol hayatı sürekli sakatlıklarla geçmiş Rıdvan'ı merak etmiş ve bu konuda uzman diye bildiği Turgay Renklikurt'a sormuştu. 2005 yılının çok güzel bir yaz akşamı, Halit Ziya sokakta, Dikmen vadisine bakan evimin balkonundaydım. Turgay Renklikurt, "Bu kişiler, bir şeyde çok iyi oldukları zaman, biraz daha iyisini yapamayacaklarsa bir yerlerini kırıyorlar. Ya da söz konusu kişi bir şeyden çekindiği zaman, bir şeyle yüzleşmek istemediği zaman, başına bir şey getirtiyor" diyordu.

17 yaşında, attığı golden sonra, zımpara kağıdı gibi bir zeminde sekerek kulübeye yürüyen o delikanlıyla, Türkçe şiirin bu büyük ustasının, bu muzip dayının görüntüsünü yan yana getirdim. Kenar çizgisine kadar gelip 17 yaşındaki çocuğu kolundan kavrayarak vücuduna destek olan o adamın tebessümündeki hınzırlığı gördüm.

***
Enis Akın bir gün telefonda "Ağbi, Turgut Uyar'ın Seka'da bir amiri varmış, Latif Yaz", dedi; "Ankara'daymış. Onu bulabilir miyiz?" Mahmut Temizyürek buldu. Enis İstanbul'dan geldi. Kavaklıdere'de, 6o'lı yıllardan kalma bir evde, zarif bir beyefendinin iki üç saatliğine misafiri olduk. Turgut Uyar'ın "aile dostu" olmuş Latif Bey, ahbabının, kendisinin tamir ettiği "Büyük Saaf'inden söz etti. "Tomris Hanım'ın annesinden kalma şunun gibi bir saatti" dedi, duvardaki saati göstererek. Enis, "bütün şiirlerinin toplandığı kitabının adı da Büyük Saat" dedi. Latif Bey çok şaşırdı, çok sevindi. Evinin küçük bir odasını saat tamirhanesine çevirmişti. Bulduğu eski saatleri topluyor ve tamir ediyordu. Evden çıktığımızda Enis ve Mahmut'la, Turgut Uyar'ı yeniden bulmuş gibiydik.

Şair olduğumu bilmeyen ahbaplarımı düşündüm. Ben de çok sevindim. Turgut Uyar'ı çok özledim. Mehmet Taner'i ne zamandır görmediğimi hatırladım. Hüznümü bırakacak hiçbir yer bulamadım.