Kapitalist devletin özgül tarihsel ve toplumsal koşullarda farklı işleyiş tarzlarına sahip siyasal biçimleri bulunmaktadır; faşizm, askeri diktatörlük, Bonapartizm, Sezarizm

Türkiye’de olağanüstü halin kapitalist karakteri üzerine

KANSU YILDIRIM

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olağanüstü halin sınıfsal karakterini ortaya koyan “OHAL’i grev tehdidi olan yere müdahale için kullanıyoruz” sözü, AKP iktidarı döneminde yasaklanan 13 grevi düşününce açık ve sade bir burjuva deklarasyondur. Olağanüstü halin işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına ve emeğin anayasal haklarına karşı doğrudan müdahale araçlarına imkân tanıması ise, olağanüstü devlet biçiminden bağımsız değildir.

Kapitalist devletin biçimleri
Antonio Gramsci, 1926 yılındaki bir yazısında faşizmi “işçi sınıfını hareketsiz kılmak için onu parçalayıp dağıtmayı kendisine görev bilmiş, silahlı tepki” statüsünde değerlendirmiştir. Gramsci ve daha sonra kendisini izleyen düşünürlerin olağanüstü devlet biçimlerine dair ortaklaştığı nokta, faşizm ile işçi sınıfı arasındaki güç ilişkisinin asimetrik özelliğidir. Faşist devlet iktidarları, tekelci kapitalizmin sınıf iktidarıdır. Kapitalist devlet tipinde bu nedenle sınıf iktidarı ile devlet iktidarı arasında ayrıma gitmek, devletin sınıfsal niteliğini de muğlaklaştıracaktır.

Tülin Öngen, olağanüstü devletin anahatlarını vurgularken iki pozisyona dikkat çekmektedir: Biri, burjuvazinin saldırıya, işçi sınıfının savunmaya geçtiği (Poulantzas’a göre), öteki ise, tarafların birbiriyle yenişemeyip, katastrofik bir siyasal ortamın doğduğu (Gramsci’ye göre) durumlardır.1 Her ikisinde de işçi sınıfının örgütsüzlüğü, siyasal birlik ve temsil mekanizmalarından uzak oluşu önem taşır. Çünkü kapitalist devletin sınıfsal karakterine meydan okuyacak temel toplumsal dinamiğin bulunmayışı, sermaye lehine koşul yaratır.

Kapitalist devletin özgül tarihsel ve toplumsal koşullarda farklı işleyiş tarzlarına sahip siyasal biçimleri bulunmaktadır; faşizm, askeri diktatörlük, Bonapartizm, Sezarizm. Farklılıkların kaynağında, Galip Yalman’ın belirttiği üzere, devletin yaratılan artığa el koyma biçimleri bulunmaktadır; toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel süreçlerde belirlenen somutlanma biçimleri devletin sınıfsal niteliğini belirler.2 Belirli bir toplumsal formasyonu ve devlet biçimini incelerken, bu nedenle, sermaye fraksiyonlarının iktidar bloğundaki konumları, temsilleri ve eğilimleri özel önem taşır.

Olağanüstü halin sınıfsal yapısı
Türkiye’de 15 Temmuz Darbe Girişimi'ni izleyen, son bir yıldır devam eden olağanüstü hal, süreklilik kazanan bir formatta, yürütme erkinin yeni yasal tekniklerle zırhlandırılması eşliğinde ilerlemektedir. KHK’ler ile askeri ve sivil bürokrasi, yüksek yargı, temel hak ve özgürlükler, üniversiteler ve eğitim kurumları üzerinde idarenin “sınırsız” tasarrufları hayata geçirilirken, ekonomik yapı üzerinde de kritik düzenlemelerde bulunulmaktadır. Olağanüstü hal koşullarında devletin tüm kurumlarıyla birlikte yeniden düzenlenmesi, “olağanüstü devlet” biçimine açılan bir kapı şeklinde yorumlanabilir. ABD’de 9/11’den sonra olağanüstü hali inceleyen Jean-Claude Paye, yasa düzeyinde bir diktatörlük oluşturmayı hedeflediği için “süreklilik kazanan olağanüstü hal” ifadesini kullanmaktadır.3

Türkiye ölçeğinde buna benzer bir siyasi ve hukuki formun hatları belirginleşmektedir. Olağanüstü hal döneminin yargı kararları ile idarenin iş yapma tarzı düşman ceza hukukunu (“Feindstrafrecht”) andıran bir içeriğe bürünmektedir.
turkiye-de-olaganustu-halin-kapitalist-karakteri-uzerine-320834-1.
Düşman-suçlu ayrımının ortadan kaldırıldığı yargı kararlarında sol muhalefetin kriminalize edilmesi dışında, sermayenin kutsallık biçtiği özel mülkiyete yönelik müdahaleler TMSF aracılığıyla yaygınlık kazanmaktadır. KHK’ler kapsamında Cemaat'e ait 965 şirkete el koyularak kayyım yetkileri TMSF’ye devredilmiştir. Şirketlerin aktif büyüklükleri 41 milyar TL’dir. Mustafa Sönmez, FETÖ’ye ait el konulan varlıkların toplamının 14-15 milyar doları bulduğunu belirtmektedir.

Türkiye Varlık Fonu (TVF), kamu mülkiyetini özel hukuk hükümlerine tabi kılan başka bir olağanüstü hal dönemine ait icraattır. Kamunun ortak mallarının özelleştirilmesinin önünü açtığı gibi, “kamu yararı” gibi temel bir ilkeyi parçalamaktadır. TPAO ve BOTAŞ sermayesinde bulunan Hazine'ye ait hisselerin tamamı, Ziraat Bankası A.Ş.’nin sermayesinde bulunan Hazine'ye ait hisselerin tamamı, Halkbankası A.Ş.’nin %51 oranındaki hissesi, Borsa İstanbul A.Ş.’nin sermayesinde bulunan Hazine'ye ait hisselerin tamamı dahil 10’dan fazla kurum-kuruluş Varlık Fonu’nun portföyündedir. Bu iki mekanizma (TMSF ve TVF) aracılığıyla devletin ekonomideki müdahaleci rolü, olağanüstü döneme uygun bir boyut kazanmaktadır.

Büyük sermaye ve olağanüstü hal
Olağanüstü halin parlamentoyu devre dışı bırakarak, yürütmenin eylem ve işlemlerini sermayenin (tikel) çıkarlarına göre hızlandıran etkisi, sermaye fraksiyonları arasında “göreli” farklılaşmaya da yol açmaktadır. Bu durumu irdelemeden önce bir hususu vurgulamak gerekmektedir: Büyük sermaye olarak nitelendireceğimiz sermaye grupları 16 Nisan Referandum'undan sonra konjonktürel olarak başkanlığa “yeşil ışık” yakmışlardır. Bu durum farklı sermaye çevrelerince devlet iktidarının siyasal karakterinin devamına yönelik bir talep iken, farklı sermaye çevrelerince iktidar bloğu içerisindeki hegemonyayı kuran sınıf (“egemen sınıftan” farklı) sorunsalına dair geçici bir çözümdür. “AB’ye üyelik”, “hukuk devletinin üstünlüğü”, “bağımsız yargı” gibi başlıklarda belirli çekincelere rağmen TÜSİAD açısından başkanlık geçmişten bu yana olumlu bakılan bir modeldir. Örneğin, TÜSİAD tarafından 1992’de yayımlanan “Görüş” dergisinde Turgut Özal’ın başkanlık modeline ilişkin görüşlerine yer ayrılmıştır. TÜSİAD’ın temel çekinceleri Batı tipi kapitalist piyasa rasyonalitesine adaptasyon, ekonomi politikaları, yaratılan artığa nasıl ve hangi yollarla el koyulduğu başlıklarıyla belirlenmektedir.

Sermaye fraksiyonları arasındaki “göreli” farklılaşmayı somutlayan başka bir gelişme, 15 Temmuz’un yıldönümünde yapılan açıklamalardır. TOBB’un açıklamasındaki “15 Temmuz istiklal harbinden bu yana ülkemizin karşılaştığı en büyük tehlikeydi.” satırlarında 12 Eylül Askeri Darbesi geri plana atılarak, meşhur “gülme sırası bizde” şiarına sadakat gösterilmiştir. TOBB Başkanı “Darbe girişiminin 1. yıl dönümünde yüzde 5 büyüme sağladı” sözüyle de memnuniyetini dile getirmiştir. TÜSİAD’ın açıklamasında ise altı çizilmesi gereken “Erkler arasında denge ve denetim, güçlü parlamentoya, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemine dayalı çağdaş demokrasi düzeni” talebidir. TÜSİAD, şaibeli referandum sonuçları karşısında sergilemekten kaçındığı “demokratik burjuvazi” tutumunu 15 Temmuz haftasında daha açık ve net bir taleple dile getirmektedir.

“Büyük sermaye”, tekelci finans kapital olarak sadece ulusal değil, uluslararası sermayeyi içeren bir olgudur. Bu nedenle büyük sermaye içerisinde tek bir eğilim ve temsil bulunmaz. Her fraksiyonun birikim rejimi, devlet politikaları, yaratılan artığa el koyma biçimlerine dair değişik çıkarları ve dirençleri bulunmaktadır. Söz konusu çıkarlar iktidara bloğu içerisinde uzlaştırılamadığında, fraksiyonlar arası çelişkiler derinleştiğinde ve kontrol edilemediğinde “kriz” belirir. Tarihsel olarak örnek vermek gerekirse, Sungur Savran’ın 12 Eylül Askeri Darbesi ile ilgili belirttiği üzere, 12 Eylül egemen sınıfların siyasal bölünmüşlüğünü ve burjuva toplumunun önderlik krizini aşmaya yönelik “burjuva birleşik cephesi” niteliğindedir.4

Sürekli olağanüstü hal ile yönetilen Türkiye’de TÜSİAD ve uluslararası sermayenin çekincelerindeki “özgürlük” teması, temel hak ve özgürlüklerden farklı olarak, özel mülkiyetin güvencesine ilişkindir. 16 Nisan’dan sonra TÜSİAD Başkanı'nın yabancı yatırımlara ilişkin “OHAL koşulları devam ettiği müddetçe Türkiye’ye gelemeyeceklerini duyuyoruz” ve yine aynı tarihlerde süren 29 kamu-özel sektör projesinin 16’sında bulunduklarını belirten Avusturya menşeli Doka’nın 60 milyon avroluk yatırım için “OHAL’in kalkmasını bekliyoruz” açıklamaları çağrı niteliğindedir.

AKP ve büyük sermaye
Erdoğan, grev yasaklarıyla övünerek sermaye çevrelerine seslenirken “Bu OHAL olmamış olsaydı bu kadar rahat, huzurlu olarak bu adımlar atılamazdı. OHAL’in sınırlarını da Batılıların çizmiş olduğu çizgiler içerisinde belirlemeyiz” ve “Yatırımcıları, girişimcileri özellikle de uluslararası sermayeyi kalkınmamızda temel unsur görüyor ve değer veriyoruz.” cümleleriyle “sıkın dişinizi” demiş, “beni terk etmeyin” yakarışını değişik bir yoldan ifade etmiştir.

İktidar bloku içerisindeki çelişkileri ve gerilimleri erteleyecek imkânların azalması, partiyi siyasette ve ekonomide açık zor koşullarına mecbur bırakmaktadır. AKP’nin iktidarı açısından “süreklilik kazanan olağanüstü hal” keyfiyet değil, zorunluluktur. CHP’nin Adalet Yürüyüşü sırasında TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, TESK gibi sermaye örgütlerine gönderdiği daveti, TÜSİAD Başkanı tarafından olumlu karşılanmasını da göz önünde bulunursak, AKP’nin olağanüstü hal ve grev yasaklarıyla ilgili böyle bir açıklamayla a) siyasi iktidarın sınıfsal karakterinin altını kalın kalın çizdiği, b) sunduğu imkânları hatırlatarak iktidar blokunda sermaye fraksiyonları ile belli gerilimleri yatıştırmaya odaklandığı düşünülebilir.

Her ne kadar olağanüstü halin “çok uzak olmayan bir gelecekte kalkması mümkün” denilse de, iktidar bloku içerisindeki gerilimlerin olağan döneme özgü parlamenter sistem ve teknikler içerisinde çözüme kavuşturulamayacağı aşikârdır. Bu nedenle 2019 seçimlerinin dayatıldığı ve meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir ortamda seçimlere olağanüstü hal altında gidilmesi ihtimal dahilindedir. Bir kez daha görülmektedir ki, büyük sermaye fraksiyonları arasında katalizör işlevi de gören AKP iktidarı, büyük sermayenin desteğini kaybetmemek için işçi sınıfı üzerindeki baskısını artırmaya devam edecektir. Çünkü kapitalist devlette temel çelişki hâlâ ve hâlâ emek-sermaye çelişkisidir!

Dipnotlar:
1 Tülin Öngen, Türkiye’nin Son 10 Yılına Sınıfsal Bakış, Redaksiyon Sınıf Kitapları, 2015

2 Galip Yalman, “Devlet”, Siyaset Bilimi içinde, (ed.) G. Atılgan, E. A. Aytekin, Yordam Kitap, 2015, s. 83

3 Jean-Claude Paye, “A Permanent State of Emergency”, Monthly Review, Volume 58, Issue 06

4 Sungur Savran, Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2016, s. 183