Yargı üzerine, hâkim ve savcıları temel alan araştırmalar, yok denecek kadar azdır. Hatırladığım kadarıyla, yargıya bakışı hedefleyen tek çalışma,....

Yargı üzerine, hâkim ve savcıları temel alan araştırmalar, yok denecek kadar azdır. Hatırladığım kadarıyla, yargıya bakışı hedefleyen tek çalışma, Hayrettin Ökçesiz tarafından İstanbul Barosu adına yapılmıştı. Rapor yayımlanır yayımlanmaz yargıyı aşağılamak iddiasıyla dava açıldı.

Yargının, dokunmak için uzattığımız eli yakmasının, konuya uzak birisinin bile tahmin edeceği bir nedeni var: Yargı, toplumsal siyasal hayatımızın "yasak bölgelerinden birisidir. İzinsiz geçemezsiniz, duramazsınız, fotoğraf çekemezsiniz. Dokunulmazdır, ancak kendisinin izin verdiği ölçüde eleştirebilirsiniz. Peki, yargıyı "tabu" yerine koyan bu anlayışı besleyen kaynak, yargı işleyişiyle ilgili yasal düzenlemelerden mi kaynaklanmaktadır? Biraz daha genişleterek şöyle sorabiliriz: Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların bu kadar devlet aklına ve gücüne bu kadar "sıkıntı" yaratmasının arkasında, sadece "mevzuat" mı vardır? Aynı anlamda bir soru daha: Yargının, devlet için yapıldığı bir düzende, devletin hukukla sınırlandırılması fikrinden doğmuş "hukuk devleti" kavramı ne kadar inandırıcı olabilir?

21 Nisan 2007 tarihli BirGün'de, olağanüstü değil, "son derece" olağan dönem yargı işleyişinden söz ederken bunu söylemiştim: "Yargı, (...) devlet için yapıldığı sürece, işlevi hüküm vermek olması gereken hâkim, kendisini Devlet Gücü'nün, Devlet Aklı'nın sadece bir parçası değil, dahası, bizzat kendisi sayacaktır. Savcıyı devletin çıkarlarını koruma ve kollama hedefine kilitleyen de, aynı "yazılım programadır."

Keza Güncel Hukuk dergisinin Kasım 2006 sayısında, "yargı kültürü"müzü, yargılama faaliyetinden çok, egemenlik kavramının belirlediğini, bu egemenliği biçimlendiren gücün, "devlet yetkisi" olduğunu belirtmiştim.

Hukuk devletinde yargının devlet için yapılmasını öngören herhangi bir norm olmayacağına, aslında olmadığına da göre; bu sürekli tehdit haline, yargının temel aktörleri hâkim ve savcıların bir katkısı olmalıdır.

İşte TESEV'in Demokratikleşme Programı çerçevesinde Mithat Sancar'ın başkanlığında hazırlanan, saha çalışmalarını AÜ Hukuk Fakültesi Asistanı Eylem Ümit'in yaptığı Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları adlı araştırma, bu "sürekli tehdit" havasını açıklayabilecek çok önemli sonuçlar içeriyor. (Rapor'un tam metni için http://www.tesev.org.tr/etkinlik/algilar_zihniyetler_raporkasim_2007.pdf adresine bakılabilir)

Araştırma kapsamındaki hâkim ve savcıların büyük çoğunluğu, devletin çıkarı veya demokrasi ile devletin güvenliği arasında bir karşıtlık çıktığında, tereddütsüz devletin çıkarlarının korunması gerektiği kanısında. Verilen cevaplardan çok ilginç bir kaçını aktarmalıyım: "Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız." "Ancak tabii benim Cumhuriyet Savcısı olarak devleti ve rejimi korumam gerek. Ben rejimin savaşıyım. Buna karşı olan bir şeyde ben demokrasiyi, demokrasi dediniz, göz ardı ederim. Yani siz benim devletime, milletime saldırırsanız, bu olmaz." "Devletim olmadıktan sonra benim bireysel özgürlüğüm hiçbir işe yaramaz."

Fakat bu cevaplardan biri var ki, kendisini benzer "algı ve zihniyet kalıbı" içinde hisseden her hâkim ve savcının odasında bulunmalıdır: "Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem."

Bu ifadenin, sinirli bir anda ağızdan kaçıve-ren bir replik olduğu sanılmasın. Pervasızlı-ğıyla, lümpenliğiyle, yargı kültürünü bu kadar iyi anlatan daha veciz bir söz bulamıyorum, doğrusu.

"Kahrolsun insan hakları" sloganının, sadece "korsan" gösteri yapan polisin söylemi olmadığını görmek, şaşırtıcı sayılmamalı. Araştırmaya göre, "insan hakları devletin güvenliği açısından tehdit oluşturabilir mi" sorusunu "evet" diye yanıtlayanların oranı yüzde 51'e ulaşırken; "hayır" diye yanıt verenlerin oranı ise, yüzda 28'de kalıyor.

Anlaşılmıştır ama, araştırmanın devlete karşı suçlar ile, devlet görevlilerinin işlediği suçlarla ilgili sonuçlarını da paylaşmak istiyorum. Devlete karşı işlenmiş suçlar ile devlet görevlileri tarafından işlenmiş suçlara yargının yaklaşımında bir farklılaşma olduğu eleştirileri hatırlatılıp, "sizce yargıda böyle bir eğilimden söz edilebilir mi" sorusuna hâkimlerin yüzde 45M, "evet, maalesef var" diyor; yüzde 24'ünün cevabı ise, "evet, olması da lazım".

Gelin bu yazıya, hukuk devletinin şu resmiyle bitirelim. Sözler, bir hâkime ait: "(...) Çünkü biz çocukluktan beri hep devletçi yetiştiririz, vatan, millet, Sakarya falan diye. Hep o şuuraltımıza yerleşir. En ufak bir şeyde refleksimiz, aman devlet elden gidiyor veya devletin malı gidiyor falan diye. O arada da ne oluyor? Hakka ve hukuka bakmıyorsunuz."

Biz de onu diyorduk zaten.