AYSUN GEZEN – KESK EŞ GENEL BAŞKANI 1 Mayıs’a giderek derinleşen ekonomik kriz ve emeğe yönelik artan saldırılarla giriyoruz. Lütuf gibi görülen darbe girişiminin ardından OHAL KHK’leri ile tek adam rejiminin, emeğin güvencesizleştirilmesinin, neoliberal politikalara, cumhurbaşkanının yerel seçim gecesi yaptığı balkon konuşmasında altını kalınca çizdiği “serbest piyasa ekonomisi ilkelerinden taviz vermeden” devam edilmesinin yolu döşenmeye […]

Umudun resmini çizmek için 1 Mayıs’ta alanlara!

AYSUN GEZEN – KESK EŞ GENEL BAŞKANI

1 Mayıs’a giderek derinleşen ekonomik kriz ve emeğe yönelik artan saldırılarla giriyoruz. Lütuf gibi görülen darbe girişiminin ardından OHAL KHK’leri ile tek adam rejiminin, emeğin güvencesizleştirilmesinin, neoliberal politikalara, cumhurbaşkanının yerel seçim gecesi yaptığı balkon konuşmasında altını kalınca çizdiği “serbest piyasa ekonomisi ilkelerinden taviz vermeden” devam edilmesinin yolu döşenmeye başlanmıştı. 24 Haziran seçimleriyle birlikte siyasal İslamcı faşist rejimin kurumsallaşmasını büyük oranda gerçekleştirdiği, neoliberal politikalara uygun emek rejiminin kurulması için adımların hızlandığı bir dönemden geçtik.

Bu yolda bir tasfiye süreci de olan ihraçlarla güvencesizleşme, kamunun küçültülmesi, personel sayısının azaltılması, mevcut çalışanların iş yükünü arttırarak verimlilik safsatasının kamuya da sokulması adım adım örüldü. Refah devletinin sonu ve kapitalizmin nihai zaferi bizzat AKP’nin ürettiği raporlarda ilan edildi.

Küresel kapitalizmin krizi

Küresel kapitalizmin krizinin AKP’nin emperyalistlere, uluslararası tekellere daha da bağımlı hale getirdiği ülkemizde daha ağır hissedilmesi de AKP’nin ekonomi-politik tercihlerinin sonucu. Sıcak para girişlerine bağımlı, ranta, betona, tüketime dayalı ekonomik model bugün çöküyor ve yıkıntının üzerinde muzaffer edasıyla durmak için AKP emekçileri, işçileri yıkıntının yükünü sırtlanmaya, kemer sıkmaya zorluyor. Yüksek seyreden enflasyon karşısında, vergi dilimi adaletsizliğiyle eriyen ücretlerle, mutfaklarımızdaki yangınla, kiralarımıza, zorunlu harcamalarımıza ancak yeten ücret seviyeleriyle, giderek artan, cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaşan işsizlikle, iş bulmak, ucuz gıdaya erişmek için uzayıp giden kuyruklarla krizi iliklerimize kadar yaşıyoruz. Yoksulluk sınırından uzaklaşıp açlık sınırına itiliyoruz. Muktedirler kolektif emeğimizle yarattığımız değerleri gasp ederek, efrada, gerici cemaat, vakıflara aktarıp işçi katillerini koruyup kollar, sermayenin tarafını tutarken, işsizlik fonuna, kıdem tazminatı, kamusal emeklilik hakkımıza göz dikerek kalan son haklarımızı da sermayenin doymak bilmez midesine indirmeye çalışıyor.

Reform, paket, entegrasyon, tabana yayma gibi süslü laflarla, plaza diliyle açıkladıkları yeni paket de IMF’nin raporları, TÜSİAD gibi sermaye çevrelerinin “temennileri” doğrultusunda bir acı reçeteden fazlası değil emekçiler açısından. Kamu kurum ve kuruluşları, kamusal hizmetler özelleştiriliyor; eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel hakları sadece parası olanın alabildiği bir sistem örülüyor. Bu sistemin tüm yükünü çeken emekçilerden alınacak verginin arttırılacağını bir müjde edasıyla yaldızlı paketle açıklamaktan, kıdem tazminatını fona devredip BES ile entegre ederek emeklerimizi sermayeye ucuza finansman kaynağı yapacaklarını söylemekten çekinmiyorlar.

Güvenlik soruşturması, arşiv kaydı araştırması ve mülakatla bin bir emekle, fedakârlıkla aldığımız eğitimi hiçleştiriyor, torpilin, kayırmacılığın önünü açıyor, on binlerce bankamatik memuru yaratıyorlar.

Aynı iş yerinde, eş değer işi yapan emekçileri farklı istihdam tipleriyle ayrıştırıyor, farklı mali, sosyal, özlük hakları tanımlıyorlar. Sözleşmeli, ücretli, vekil gibi adlar altında güvencesiz çalışma biçimlerini dayatıyor, performansa dayalı, angarya çalışmayı ve iş yükünü arttıracak, hak kaybı getirecek esnek istihdamı hakim kılmaya çalışıyorlar. Çalışırken itildiğimiz sefalet koşullarının daha beterini emeklilikte yaşatacak düzenlemeler getiriyorlar.

Emekçileri, sınıf mücadelesini bölecek her yöntemi deniyor, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, bizi birbirimizin rakibi ve düşmanı haline getiren bir siyaseti örgütlüyorlar. Bu ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanına, meclis başkanvekiline, milletvekillerine yönelik linç girişimini yapanların ellerini öperken “çocuklar ölmesin” diyen eğitimcileri, barış talep eden akademisyenleri, milletvekillerini, belediye başkanlarını, gazetecileri, muhalifleri hapsediyorlar. 301 madencinin katilinden sorumlu patronları salıverirken, geleceğini bu ülkede göremeyen çocukları pervasızca hedef almaktan çekinmiyorlar. Linç girişimine protesto hakkı derken, çocuk istismarına yönelik protesto hakkını kullananların üzerine tomaları, kolluğu salmaktan çekinmiyorlar. Halkın iradesini tanımıyor, seçimlere türlü hile ve hukuksuzluklarla el koymaya çalışıyorlar.

Ancak bu böyle gitmez!

Bizler, bu ülkenin tüm değerlerini yaratanlar olarak eşit, özgür, laik, demokratik, barış içinde bir düzende yaşamak istiyoruz. Geleceğimizin bir adamın iki dudağı arasına terk edilmesini kabul etmiyor, bugünümüze ve geleceğimize karar veren özneler olmak istiyoruz.

Güvencesizlikle, esnek istihdam biçimleriyle karartılan geleceğimize güvenle bakabilmek, geleceğimizi tasarlayabilmek için güvenceli iş istiyoruz.

19. yüzyıl kölelik koşullarını aratmayacak, insanlık onuruna yakışmayacak koşullarda çalışmak, çalışırken ölmek istemiyoruz. İnsanca bir yaşam ve çalışma koşulları istiyoruz.

Kolektif emek

Kolektif emeğimizle yarattığımız değerlerin türlü yollarla, işsizlik, kıdem tazminatı, varlık adı altında kurulan fonlarla, özelleştirmelerle emperyalistlere, sermayedarlara peşkeş çekilmesini reddediyoruz. Planlı, kalkınmacı, üretime dayalı, kamucu bir ekonomi politikasını savunuyoruz.

Kaynakların sermayeye, savaşa, silahlanmaya aktarılmasını reddediyoruz, herkes için eşit, ulaşılabilir, parasız, kamusal hizmet sağlanması için kullanılmasını istiyoruz.

%1’lik kesim sırtımızdan, emeğimizi gasp ederek zenginleşirken krizin yükünü biz emekçilere yıkmaya, karını özelleştirirken zararı toplumsallaştırmaya çalışıyor. Ekonomik krizi biz yaratmadık; faturasını ödemeyi de reddediyoruz. Bütçenin adil bir şekilde oluşturulmasını ve eşit bir şekilde dağıtılmasını istiyoruz.

Eğitimde gericileşme

“Paran kadar eğitim/sağlık” anlayışını, çocuklarımızın gerici vakıf, dernek ve cemaatlere mecbur bırakılmasını, buralarda her tür istismara açık hale getirilmesini reddediyoruz; eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin nitelikli, bilimsel, parasız olmasını savunuyoruz.

KHK’lerle iş güvencemizin fiilen ortadan kaldırılmasını, sivil ölülere çevrilmeyi, seçme-seçilme hakkımıza göz dikilmesini reddediyoruz; KHK’lerin iptal edilmesini, hukuksuzca işinden edilenlerin işe iadesini, emeğin haklarını yok eden, tek adam rejiminin taşlarını döşeyen KHK’lerin iptal edilmesini istiyoruz.

Yıllarca çalıştıktan sonra emeklilikte sefalete itilmeyi, zorunlu bireysel emeklilik sistemi ile kamusal emeklilik hakkımızın elimizden alınmasını, yasalarla yaşa takılmayı reddediyoruz; emeklilikte de insanca yaşanabilir bir ücret talep ediyoruz.

İktidarın karşısında örgütleri değil bireyleri görmek için bizi ayrıştırmasına, atomize etmesine, bireysel kurtuluşu dayatmasına karşı dayanışmamızla, birlikte omuz omuza mücadelemizde direniyoruz; örgütlenme özgürlüğü, sendika hakkı, toplu pazarlık hakkı, adil gelir güvencesi, istihdam güvencesi, sosyal güvenlik güvencesi talep ediyoruz.

“Refah devleti bitti, tek yol kapitalizm” diyenlere karşı başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Geleceğimizi kurmak için bugünümüze sahip çıkıyoruz. Gülten Akın’ın dizeleriyle sesleniyoruz: “sonsuz güzelleşecek dünya, biz kurduğumuz zaman”…

Gelin, dünyayı güzelleştirmeye 1 Mayıs alanlarından başlayalım, bu ülke emekten yana, laik, demokratik, barış içinde bir düzene kavuşsun diye onu kuran biz emekçiler olalım.

Gelin, faşizme, emperyalizme, gericiliğe, sömürüye, savaşlara karşı yan yana omuz omuza duralım ve haykıralım: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!