Geçen hafta, 1,5 yıllık pandemi arası sonrası ilk kez kapalı alanda kalabalık bir etkinliğe katıldım. Bulunduğum ortamda eskiden tanıdıklarım, birlikte çalıştıklarım, sosyal medyada karşılıklı takipleşmeye rağmen gerçek hayatta hiç görmediklerim, benim tanıdıklarım ama beni tanımayanlar, beni tanıyanlar ama benim tanımadıklarım, şununla tanışsan iyi olur denilecek kişiler derken ciddi bir sosyalleşme sınavı vardı. Neredeyse asosyal kategorisine konulacak biri olduğum için benim için yorucu bir deneyim oldu. Tanıdıklarımın büyük kısmıyla bir süre hoşbeş ettikten sonra ortama yabancılaşarak baktığımda, her gün bu kadar çok ilişkiyi yönetmek ne kadar zor olurdu diye düşündüm. Hele ki pandemi sonrası kabuğumuza çekildiğimiz yerden çıkıp gelince, bu daha da tuhaf görünüyordu. Oysa sosyal medyada belki çok daha fazla sosyal ilişki yönetimine her gün girişiyorduk. Bunun normal olmadığını uzun zamandır biliyor ve yazıyorum ama pandemi sonrası girdiğim ilk büyük kalabalıkta, bunu nasıl yapabildiğimiz üzerine bir kez daha dehşete düştüm. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi de haliyle bu oldu: Sosyal medyanın bize sunduğu sosyallik sınırları ne kadar gerçek, ne kadar anlamlı, ne kadar sürdürülebilir ve nelere mal oluyor?

DUNBAR SAYISI

Dunbar sayısını duymuş olabilirsiniz. Antropolog ve evrimsel psikolog Robin Dunbar (Oxford Uni.), 1990’ların başında, henüz internetin ve sosyal medyanın hüküm sürmediği bir dünyada araştırmalar yapmış ve insanların bilişsel olarak aynı anda sürdürebildikleri anlamlı arkadaşlık ilişkilerinin sayısını 150 olarak tespit etmişti. Anlamlı arkadaşlıklar derken tabii buna geniş aile üyeleri de dahil. Bugünün dünyasında, tek başına Facebook arkadaş listenizin kişi sayısıyla kıyaslanamayacak bu sayının ötesi ne oluyor diye soracak olursanız, Dunbar’a göre 500 kişiye kadar ‘tanıdık’ ve bin 500 ‘ismini bilebileceğiniz kişi’ diye uzayıp gidiyor. Yeni çıkan kitabı nedeniyle geçen mayıs ayında Sheon Han’a verdiği bir röportajda* Dunbar bu sayıyı, 100-250 arasında bir varyasyon aralığı olarak yeniden tanımlamış. Aynı röportaja göre Dunbar’ın yeni kitabında, bitmeyen küslük sebebimiz “Sevgili yaptı, arkadaşlarını unuttu” sitemi de veriye dökülmüş. “Yeni bir insanla tanışır, aşık olur ve evlenirseniz, bu ilişkiye çok fazla zaman ve zihinsel enerji harcarsınız. Ve verilerimize göre, iki arkadaşı feda etmiş olursunuz” diyor Dunbar. Buradan da anlıyoruz ki bu 150 kişi hayatın her evresinde sabit değil ve zaten bunu kendi hayatımızda da gözlemlemişizdir.

DAHA NE KADAR BAĞLANABİLİRİZ?

Sosyal medya platformlarının ilklerinden olan Facebook ne zaman köşeye sıkışsa, “biz insanları birbirine bağlıyoruz” bahanesine sığınır. Dunbar sayısı ışığında bu bağlantı sayısının anlamlı bir sınırı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak günümüzün sosyal medyasında böyle bir sınır yok. Sosyal medya öncesi döneme göre her gün çok fazla insanla konuşuyoruz ve bu üzerimizde bilişsel bir yük oluşturuyor. Diğer yandan bunun toplum için de sonuçları var. İnsanların anlamlı ilişki kurabilecekleri insan sayısı belliyken sürekli daha fazla insanla bağlantı kurmaya teşvik edilmesinin de dezenformasyondan nefret söylemine pek çok sonucu var çünkü. Ian Bogost, Atlantic Dergisi’ndeki makalesinde** bunu “İnternette pek çok yanlış var, ancak çoğu şu soruna bağlı: Hepimiz sürekli birbirimizle konuşuyoruz” diye özetliyor.

Bu köşenin sadık okurları hatırlayacaktır. Algoritmalar diyoruz, internetin merkezileşmesi diyoruz, medya okuryazarlığı eğitiminin yeterli düzeyde olmamasını eleştiriyoruz, platformların içerikle ilgili sorumluluk almamasının sonuçlarına giriyoruz, kullanıcıların bağımlılık düzeylerinden söz ediyoruz vs. Tüm bunlardan söz ederken en az girdiğimiz konu ölçek sorunu. Evet, merkezileşme eleştirilerimiz ölçek sorununu da kapsıyor ama ayrı bir başlık olarak da ele alınmayı hak ediyor bu sorun. Çünkü ölçek büyüdükçe geçen hafta bu köşede işlediğimiz üzere gözetleme kapitalizminin artı değeri de büyüyor ve platformlar daha fazla büyüme olanağı buluyor. Bu yüzden sürekli daha fazla konuşmaya ve daha fazla tanımadığımız insanlarla ilişki kurmaya ve belki de arkadaşlık çemberlerimizi değiştirmeye zorlanıyoruz. Bunun doğamıza ne kadar uygun olup olmadığı üzerine düşünmeye de fazla fırsat kalmıyor haliyle.

Bogost’un da atıfta bulunduğu Robertson Medya Çalışmaları Profesörü Siva Vaidhyanathan, “Facebook’un sorunu Facebook’tur” gibi iddialı bir önermeyle bu ölçek sorununa dikkat çekiyor. Gerçekten de durup bir düşünmek gerek. İnternet herkese ifade özgürlüğü verecek, demokrasiler gelişecek ve iyi fikirler kazanacak, iyimserliğini çoktan geçmiş olmamız lazım. Herkesi, hep daha fazla kişiyle tanışmaya teşvik eden arkadaş öneri algoritmalarının geliştirilmiş olması ve böylece ölçeğin sonsuz büyümesi, insanlığın ve tek tek bireylerin faydasına olmayabilir. Başka bir deyişle, sınırlarımızı zorlayarak sürekli ve daha fazla insanla tanışıp konuşmamız, bize mi daha fazla fayda sağlıyor yoksa platformlara mı? Üzerine düşünmeye değer.

*https://www.theatlantic.com/family/archive/2021/05/robin-dunbar-explains-circles-friendship-dunbars-number/618931/
** https://www.theatlantic.com/technology/archive/2021/10/fix-facebook-making-it-more-like-google/620456/